Pages

29 Haziran 2010 Salı

Güney Amerika Kapışması: Brezilya - Şili

2. tur maçlarının 6.sı bu akşam 21.00'de oynandı. Güney Amerika'dan Dünya Kupasına gelen iki ekibin 2.turdaki kapışmasında kazanan ekip kupanın şimdiye kadarki en fazla kazananı Brezilya oldu.

Önceki turda izlediğim takımlar arasında en efektif futbolu sahaya koyan, sürekli dikine oynayan, özellikle Alexis Sanchez'in kanattan bindirmeleriyle rakip kalede gol arayan Şili'nin bu maç Brezilya'yı zorlamasını bekliyordum. Ancak bu 90 dakika hiç de beklediğim gibi olmadı.

İlk yarım saatte top genelde Brezilya kontrolündeyken iki takımdan da rakibi zorlayacak hamleler gelmiyordu. Ancak uzun boylu savunma oyuncularını duran toplarda ileri gönderen Brezilya'da, kaptan Lucio'nun etrafındaki 3 kişiyi aşağı çektikten sonra boşta kalan topa Juan'ın kafayı vurmasıya Brezilya 1-0 öne geçiyor Şili'nin direncini kırıyordu.


Bu golden sonra oyun konsantrasyonunu yitiren Şili'nin bir anlık dalgınlığından çok iyi yararlanan Kaka ayağına gelen topu hiç bekletmeden tek pas ile Luis Fabiano'ya uzatıyor ve kaleci ile karşı karşıya bırakıyordu. Neden Brezilya Milli Takımının forvetinde olduğunu sorgulayanlara bir cevap niteliğinde attığı çalım ile kaleciyi ekarte eden Fabiano topu boş kaleye bırakıyor ve tabelayı 2-0'a çeviriyordu.
İlk yarı bu skorla tamamlanırken ikinci yarı oyuna kurtarıcı olarak Beşiktaş'lı Tello giriyordu. Ancak Şili'nin etkisiz oyunu ikinci yarıda da sürüyor top genelde Brezilya'nın istediği alanlarda dolaşıyordu. 55.dakikada Ömer Üründül 'Robinho devamlılığı olma...' demeye çalışırken bu cümleler Robinho'nun enfes vuruşu ile kesiliyor ve Robinho skoru 3-0'a getiriyordu.

Maçın kalanı Brezilya'nın bir sonraki tur için kendini dinlendirmesi ve Şili'nin moral bozukluğundan kaynaklanan amaçsızlığı sebebiyle nispeten zevksiz geçiyor başka da gol olmuyordu. Brezilya gündüz maçında Slovakya'yı 2-1 yenen Hollanda'nın rakibi oluyor ve bizi güzel bir eşleşmeye davet ediyordu.

27 Haziran 2010 Pazar

Rosetti ve Tevez Bir Üst Turda!


Maça daha bir takımmış edası ile başlayan Meksika 8.dakikada Salcido'nun direkten dönen ve 9.dakikada Guardado'nun direği yalayan topları ile oldukça umutlu başlamıştı maça. İlk yarı ve maç boyunca takım oyunundan uzak ve bireysel olarak çabalayan bir Arjantin vardı sahada. Arjantin'in mavi şortları hiç yakışmamış ve Meksika'nın Ömer Çatkıç benzeri kalecisi yine yerini almıştı.


Mascherano'nun tek başına bulunduğu bir orta saha ve önünde beş hücumcu ile oynamaya devam eden Arjantin'de Cambiasso ve Gago fazlasıyla aranmakta fikrimce. Şampiyonlar Ligi şampiyonu İnter'in takım kaptanı Javier Zanetti ise Palermo'nun yer aldığı bir kadroda neden bulunmaz hala anlamıyorum. Veron'un kattığı tecrübe ile Zanetti harmanlanabilirdi.


Oldukça rüzgarlı ve serin bir havada devam eden karşılaşmada belki de İngilizlerin verilmeyen golü gibi facia bir kararla 26.dakikada Tevez'in golü geçerli sayılıyordu. Tüm itirazlara ve dev ekranda izlenmesine rağmen Rosetti'nin bu kararı şüphe uyandırmaktan da öteye kaçıyor ve sporun sempatizanı olan beni fazlasıyla rahatsız ediyordu. Dakika 33 e gelindiğinde goldeki kararın şokunu üzerinden atamamış Osorio'nun çok büyük hatası Higuain'e hediye oluyor ve skoru 2-0 a taşıyordu. 42.dakikada Higuain ve 45+1 de Meksika boş pozisyonlarda kafaları vuramıyor ve devreye sinirli bir şekilde giriyordu Meksika.


52.dakikada harika bir şutla ve bu defa ofsayt olmadan Tevez golünü atıyordu. 62. dakikada net bir pozisyonu değerlendiremeyen Hernandez 71 de harika bir golle skoru 3-1 e getirdi. Veron ve Gutierrez'i ardından da Pastore'yi oyuna sokan Maradona orta saha kurgusunu güçlendirmeye çalışıyor ve skoru korumaya gidiyordu. Pastore ve Otamendi de gelecek adına fazlasıyla dikkat edilmesi gereken isimler Arjantin adına.


Sonuç olarak Arjantin bir şekilde üst tura çıkacaktı. Ancak takım oyununa dair hiçbir varlık göstermeden ve böyle hatalı bir karar sonucu dengeleri bozan golün etkisi fazlasıyla mide bulandırdı. Almanya karşısında tek defansif orta saha ile çıkarsa Maradona'nın işi çok zor. Anlık patlamalarla skoru değiştirecek çok fazla oyuncu var ancak Almanya karşısında bol pozisyon bizi bekliyor gibi şimdiden...

Erken Final: Almanya 4 - İngiltere 1








26 Haziran 2010 Cumartesi

Kupada İkinci Tur Heyecanı: Uruguay - G.Kore

İkinci tur maçlarına başlanırken herkesin farkında olduğu bir durum vardı ve bu da Uruguay-G.Kore ve ABD-Gana eşleşmelerinden bir takımın yarı final oynayacak oluşuydu. Grup maçlarında gol yemeden gelmiş olan bir Uruguay ve karşısında muhteşem disiplini ile bir dönemin Alman milli takımlarını andıran Güney Kore. Uruguay'da gruplarda çok da kullanılmamış olan Edinson Cavani hücum hattına oturtulmuş ve Cavani- Forlan - Suarez gibi çok tehlikeli bir hücum hattının sahaya sürülmesi sağlanmıştı. Maçtan önce otoriteler için durum neydi bilmiyorum ancak benim için fazlasıyla denk bir maç olacaktı. Uruguay klas ayaklardan oluşuyor Kore ise disiplini sayesinde hiçbir bölgede boşluk vermiyordu.


Maç başlar başlamaz 5. dakika Kore'nin direkten dönen topu tehlike yaratıyor fakat ilk yarı boyunca bal yapmayan arı misali oynuyordu Koreli futbolcular. 8.dakikada maçın adamı Suarez Kore kalecisinin ikramını geri çevirmezken ilk yarıya oyunuyla Uruguay hükmediyordu. Herkes tarafından demode olduğu düşünülen üçlü defans sistemiyle oynayan Uruguay, üç de forvetle cesurca sahada yer aldı. Kore hücum hattında bulunan biri Monaco'lu biri Man Utd'lı Park'lar ise ilk yarıda sessiz kalıyordu. İlk yarıda 27. dakikada Suarez'in ofsaytla kesilen pozisyonu ve bir de elle müdahale sonucu Uruguay adına verilmeyen penaltı ise akıllarda soru işaretleri bırakıyordu.


Fenerbahçe'de bu yıl ağırlıklı olarak maç başına ücretle anlaşan ve sakinliği buna bağlanan Luganı bildiğimiz mücadeleci ve sert oyunun esirgemiyor ancak Kore'nin golünde Lazio'lu kaleci Muslera ile anlaşmazlık sonucu gole engel olamıyordu. Özellikle Lugano'da gözümüze çarpan klasik gömlek yakaları da değişik bir görüntü oluşturdu maç boyunca. Uruguay'da, 7 milyon dolara Danubio'dan Palermo'ya 4 yıl önce gelmiş Cavani etkili olurken Forlan sessiz kalıyordu. İkinci yarıya büyük bir baskıyla başlayan Güney Kore, yarım saat boyunca Uruguay karşısında üstünlük kuruyor ve hak ettiği golü de buluyordu. Ancak yoğun yağış altında yeniden başlayan Uruguay ataklarında tek bir isim dikkat çekiyor ve muhteşem bir plase vuruşla takımını ikinci tura yükseltiyordu. Luis Suarez...


Maçta ikinci yarı yoğun yağış altında oynandı ve sahada büyük oranda Kore'nin güzel oyunu vardı. Kore baskılı oynarken dönem dönem oyundaki etkisini arttıran Uruguay elindeki cevherleri iyi değerlendirdi ve tur biletini cebine koydu. Dünya Kupası tarihinin efsane takımlarından Uruguay artık ABD - Gana karşılaşmasının galibini bekliyor ve çoktan isimlerini çeyrek finale yazdırdılar.

Wimbledon'da Bir Türk: Marsel İlhan


1987'de Özbekistan'ın Semerkant şehrinde başlayıp 2004'te Türkiye'ye geldikten 6 yıl sonra dünyanın en büyük tenis organizasyonlarından birinde yer alma hikayesidir Marsel'in hayatı. İpek Şenoğlu'ndan sonra bir Türk daha dünyada tenis podyumuna çıkarak göğsümüzü kabarttı. Daha önce Avusturalya Açık 2010'da da 2.tura çıkmış olan Marsel İlhan şu anda dünya sıralamasında 119.sıradadır.

Wimbledon 2010'a Tek Erkeklerde ilk turda Brezilya'lı Marcos Daniel'e karşı ilk 2 seti vermesine rağmen, kondisyonu sayesinden inanılmaz bir geri dönüş yaparak 3-2 kazanıp bir üst tura geçti Marsel. 2010 Dünya kupasına gidemeyen futbol milli takımımızın üzüntüsünü ülkemizde pek bilinmeyen -ki ülkemizde futbol ve biraz basketbol dışında bilinen, ilgilenilen, üzerine düşülen başka bir spor yok- tenis ile bizi ekran başında heyecanlandırmayı başarıyordu 23 yaşındaki Marsel.

Türkiye tarihinde ilk defa bir tenisçi Wimbledon'a katıldığı yetmiyormuş gibi bir de ikinci tura çıkıyordu. İkinci turda rakibi Romen Victor Hanescu'ydu Marsel'in. Bu maçta ilk 2 seti verdikten sonra 1 set alan Marsel son seti de kaybedip Wimbledon'a 2.turda veda etmiş oldu. Ancak tabii ki bizi çok gurulandırdı Marsel. Tüm yaptıkları için teşekkür ediyoruz ve ileride daha da yükseklerde görmek istiyoruz kendisini.

25 Haziran 2010 Cuma

Dünya Kupası Grup Değerlendirmesi # 1


Dünya Kupasında grup maçları bugün tamamlandı. Biz de reds of kop olarak hemen gruplara şöyle bir göz atalım dedik.

Ev sahibi Güney Afrika'nın bulunduğu grup olan A grubunda ilk maç G.Afrika ile Meksika arasındaydı. Normalde açılışlara süpriz sonuçlar ya da futbolcular damgasını vururken bu kez damga vuran şey ne bir gol ne de bir futbolcuydu.

Vuvuzela! Evet tüm dünya vuvuzela'yı konuşuyordu ilk maçtan sonra. Sevenler, sevmeyenleri kafa şişirdiğini düşünenler, farklı bir tat olduğuna inananlar. Herkesin fikri başkaydı vuvuzela ile ilgili. Ancak futbolcular vuvuzla ile ilgilenmiyor açılış maçını kazanmak için sahada ter döküyorlardır. İlk maç Galatasaray'ın avuçlarından kaçırdığı Giovanni Dos Santos'un etkili oyununa sahne olurken 1-1 bitiyor son yıllardaki vasat açılış maçları serisine bir yenisi ekleniyordu. Aynı gün turnuvada çalkantılar yaşayacak olan Fransa ile turnuvanın başına damga vuracak ekiplerinden Uruguay kapışıyor anca gol sesi çıkmıyordu.


İkinci maçlarda Uruguay ev sahibini Forlan'ın güzel oyunu ile 3-0 geçerken, grubun diğer maçında 2010 Dünya Kupasının en çalkantılı takımı Fransa'da 45.dakikada oyundan alınan Anelka, teknik direktör Raymond Domenech'e küfürler savuruyor ve sonrasında da kamptan kovuluyordu. Bu maçta Meksika, güçsüz (!) Fransa'yı 2-0'la geçiyordu. Son maçlara gelindiğinde ise Uruguay Meksika'yı 1-0'la geçerken, vuvuzela ülkesi Güney Afrika antipati merkezi Fransa'yı yeniyor ve turnuvayı buruk bir sevinç ile tamamlıyordu.


B grubunda turnuva öncesi favorisi Arjantin 3 maçını da kazanarak 9 puanla güzel bir hava yakaladı gruplarda. Bunda en büyük etken sanıyorum ki Maradona'nın futbolculara olan inanılmaz yakın davranışları ve Messi'yi yüceltmesiydi. Gruptan çıkan diğer takım ise Kore'nin güney tarafıydı. Futbol katili Yunanistan'ı yenip son maçta Nijerya ile berabere kalan Güney Kore 2.tura çıkmayı başardı.


Tek amaçları 10 kişi topun arkasında durmak ve elde ettikleri topları ileride Samaras'a şişirip onun cebelleşmesini izlemek olan Yunanistan cidden izleyenleri kanser etmeye uğraşıyor gibiydi. Nijerya'ya nasıl oldularsa 2 gol atıp 3 puan alabildiler. Higuain Güney Kore karşısında hat-trick yaparken Messi Barcelona'daki pas trafiğini burada bulamayınca biraz daha etkisiz kalıyordu. Son maçın son dakikasında Yakubu'nın boş kaleye topu sokamayıp takımını ikinci turdan etmesi ise grubun akılda kalan dramatik anlarından biriydi.


C grubunda futbolun beşiği ile futbolun son sıralarda geldiği iki ülke elele bir üst tura çıktılar. İlk oynanan ABD İngiltere maçında yeni top Jabulani ilk kurbanını verdi. İngiltere kalecisi Robert Green üzerine gelen topu içeri alarak tüm dünyanı şok etti. Bu grup diğer gruplara göre biraz daha sönük maçlara sahne olsa da son maçların son dakikasında golü atan Amerikan'ın en yeteneklisi London Donovan ülkesini gruplardan çıkartıyordu.


Bu grubun en büyük hayal kırıklıklarından biri Wayne Rooney oluyordu. 3 maçta da etkili olamayan İngilizlerin en büyük umudu 'acaba kendini bir üst turlara mı saklıyor?' sorularını akıllara getiriyordu. Cezayir ise sadece ilginç saç stilleri ile akıllara kazınıyordu.


D grubunda uzun süredir göremediğimiz Appiah, Türkiye'yi seçmediği için her gördüğümüzde biraz burulduğumuz Mesut ve Galatasaray'lıların çok sevdiği Neill & Kewell ikilisinden dolayı kimi destekleyeceğimizi bilemiyorduk. Güçlü Almanya, süpriz şekilde Sırbistan'a kaybetse de kalan 2 maçını da kazanarak 6 puanla grup lideri olarak çıkıyordu. Avusturalya ilk maçta Almanya tarafından 4 kez tokatlansa da kalan maçlarında 4 puan topluyor ancak averajı onların bir üst tura çıkmasını engelliyordu. Gana, Almanya'dan çok fark yemeyince üst tura çıkıyordu.



Almanya'da Mesut Özil çok iyi oyunlar çıkartarak turnuvanın yıldızlarından biri olabileceğinin sinyallerini verirken, ilk maçta 4 gol yiyen Avusturalya'da Neill tek başına bir şeyler yapamıyordu. Son maçta ise diğer bir tanıdı Kewell kaleye giren topu elle keserek kırmızı kart görüyor ve penaltıya sebep oluyor böylece dünya kupasından toplam 23 dakika sahada kalabiliyordu. Sırbistan ise sadece lideri yenip başka puan alamayarak bir ilginçliğe imza atıyordu.

Dünya Kupası Grup Değerlendirmesi # 2

2010 Dünya Kupası'nda grup incelemelerine devam ediyoruz...


E Grubu'nda turnuva öncesi herkesin emin olduğu tek durum vardı o da Hollanda'nın gruptan çıkacağı düşüncesi. Portakallar tarihlerinde ilk defa grupları 9 puanla bir başka deyişle üç maçı da kazanarak bitirdiler. Johannesburg'da favori Hollanda ile Danimarka karşı karşıya geldiğinde iki takım da kötü bir sürprizle turnuvaya başlamamanın telaşı içindeydiler. Marwijk ilk defa belkide sahaya çıkardığı onbir yüzünden eleştri almazken Hollanda defansı hiç de umut vermiyordu gelecek adına. Karşılaşmayı Agger'in kendi kalesine ve Elia'nın büyük payına rağmen Dirk Kuyt'ın ayağından gelen gollerle Hollanda kazanıyordu. Bu sırada Japonya'nın Kamerun'u yendiğini yazan son dakika haberlerini okuyanla sahadaki oyunu izleyen arasında bambaşka bir duygu karmaşası yerini almıştı. Zira şu an görevinden istifa etmiş puan alamamış Le Guen'in Kamerun'u rakibine büyük üstünlük kurmuş ve tek bir tehlikeli atağı olmayan Japonya'ya Honda'nın golüyle gülmüştü.


İkinci maçlara gelindiğinde Durban'da gülen taraf Hollanda'ydı ve Sneijder'in golüyle Japonya mağlup edilmişti. Danimarka maçında ikinci yarının hemen başında kendi kalesine atılan bir gol ve burda da defanstan sekerek gol olan bir top kimi kesimleri Hollanda'nın şansı fikrine götürse de hücum hattındaki zenginlik ışık olup parlıyordu. Yine aynı anlarda ilk maçtaki oyununu sürdüren Kamerun ilk yarısını önde kapadığı karşılaşmada Danimarka'ya 2-1 mağlup oluyordu. Maçtan akıllarda kalan yegane isim ise Rommedahl ve muhteşem geri dönüşüydü. Bendtner ve Rommedahl Danimarka'yı güldürürken, Kamerun adına golü turnuva öncesi Roger Milla ile Kamerun üzerine tartışan kaptan Eto'o atıyordu. Bu karşılaşma belki de grup maçları arasındaki en heyecan verici ve mücadele dolu karşılaşma olmuştu.

Prestij için çıkılan son Hollanda - Kamerun karşılaşmasında Eto'o yine boş geçmiyor ancak Huntelaar ve Van Persie'nin gollerine engel olamıyordu. Hollanda adına bu maçtaki belki de en sevindirici olay grup liderliği değil Robben'in oyuna dönüşüydü. Grubun kader maçında, iki üç puanlı takımın karşılaşmasında 3-1 ile gülen taraf Japonya olurken maçın adamı yine Honda'ydı. Japonya bir kez daha defansif olan ve hücumu daha az düşünen takım pozisyonundaydı ancak 6 puan ile 2.tur bileti onların cebindeydi.

E Grubu'nda akıllarda kalanlar ise, Van Bommel - De Jong ikilisinin muhteşem direnci ile Hollanda orta sahasının yükünü çekmiş olmalarının yanında gruplarda Robben gibi bir yıldızdan faydalanamamış olmalarıydı. Van Bronckhorst'un ilerleyen yaşına rağmen verdiği mücadele ve Danimarka'nın değişmek zorunda olan yaşlanmış jenerasyonu da dikkat çekenlerdendi. En çok üzüldüğüm nokta ise Kamerun'un bahtsızlığıydı.


F Grubu'na geldiğimizde karşımıza çıkan en büyük duvara toslama hikayelerinden biri oluyordu. Bir önceki şampiyon İtalya'yı bu defa grup sonuncusu olarak görmek birçok kişi adına sürprizden de öte şok etkisindeydi. Yeni Zelanda ise üç beraberlikle gruptan çıkamıyor ve Lucescu'nun beş beraberlikle Şampiyonlar Ligi'nde son maçlara çıkan Galatasaray'ını andırıyordu. Eleme gruplarından güçlü çıkmış olan Paraguay her ne kadar diğer turlar için umutlu olmasa da grubu yenilgisiz lider olarak tamamlıyordu. İtalya'yı son maçta 2 golle yıkan adam ise Ankaragücü'nde oynayan Vittek olurken diğer tanıdık Slovakyalılar grup maçlarında hiçbir varlık gösteremiyordu.

Grupta akıllarda kalanlar değil aslında akılda kalan tek şey vardı ve o da son şampiyona sallanan mendillerdi. Dört yıl önce İtalyan gazetelerinde elinde kupayla resmi olan efsanevi kaptan Cannavaro bu kez koridorlarda hüngür hüngür ağlıyorken resmediliyordu. Tüm sorumluluğu üzerine alan Lippi'ydi. Ancak son dönemlerin en kalitesiz kadrosundan gelen bu başarısızlık ve Şampiyonlar Ligi şampiyonu İnter'den oyuncuların boy gösterememiş olması İtalya'da da alt yapılara önem verilmesi gerekliliğini ön plana çıkarıyordu. Paraguay ve Slovakya el ele üst tura çıkmış ve Gök Mavilileri evine yollamıştı. Pirlo'nun yokluğunun tuz biber ektiği bir takımla buraya kadardı.


G Grubu ise benim için turnuva öncesi en çok merak edilen karşılaşmalara sahne olacak gibiydi. Sürpriz adayım Fildişi Sahili gruplardan çıkmayı başaramazken şampiyonluk adaylarından Brezilya grubu lider tamamlıyordu. Diğer Afrika ülkelerine oranla daha fazla yıldıza sahip Fildişi, Brezilya karşısında oldukça sert geçen bir maç sonucunda mağlup olurken, Brezilya Elano'yu sakat veriyor ve Kaka kırmızı kart görüyordu. Bastos oyunuyla fazla sırıtmazken yine de insanın aklına Maxwell ve Marcelo gibi iki büyük takımın sol kanat oyuncusunun kadroda olmaması sorusu takılıyordu. Portekiz orta sahasının üstünlüğü, Brezilya'nın tüm alanlardaki takım uyumu ve Fildişi'nin mücadeleci yapısı ile sonuçlandı G Grubu.


Akıllarda kalanların başında ise mali durumları sebebiyle Fifa'nın sağlamış olduğu antrenman sahasının ücretini dahi karşılayamayıp fitness salonunda çalışan Kuzey Kore'nin onurlu mücadelesi oluyordu. Yine Kore'nin Portekiz'den yediği 7 gol ve Brezilya'da Elano'nun ve Maicon'un güzel futbolunun yanı sıra Ronaldo'nun kaptanlık bandını takış şekli de akıllarda kaldı. En çok da Fildişi Sahili'ne karşı Fabiano'nun elle attığı gol belki de grubun kaderini belirledi.


H Grubu'na şu an bakıldığında İspanya'nın liderliği gözükse de son maçlara çıkılırken ve hatta David Villa'nın uzak mesafeden boş kaleye gönderdiği güzel şut öncesi tüm senaryo bambaşkaydı. İspanya olası puan kaybında elenme ya da Brezilya ile eşleşme tehlikesi karşısında iken herşey istedikleri gibi gidiyor ve grubu beklendiği gibi lider tamamlıyordu. Oynadığı oyun ile büyük beğeni toplayan Şili ise grupta ikinci olarak üst turun yolunu tutuyordu. Son grup maçında İsviçre'ye çelme takan Honduras ise grubu son sırada tamamlarken Hitzfeld'in takımı büyük bir fırsatı tepmiş oldu.


Grupta akılda kalanların başında İspanya'nın elenme riski ile burun buruna gelmesi ve Şili'nin hücumu düşünen zevk veren futbolu yer alıyordu. İsviçre'nin Türk asıllı oyuncuları da bizim için orda olamama duygusunu pekiştirir nitelikteydi. Fernando Torres'in boyanmamış kısa saçları ise alışılmadık bir görüntü oluştururken, Şili'nin cezalı duruma düşen oyuncuları agresif teknik adamları Bielsa'yı oldukça düşündüreceğe benziyordu. İsviçre maçı sonrası Casillas'ın kız arkadaşı yönünden basından yediği gol de komik bir iz bıraktı akıllarda.

Merhaba!


Reds of KOP. Yani kırmızıların KOP'u. Bilmeyenler için söyleyelim KOP, Liverpool'un en bilinen tribününün ismidir. Blogumuza bu ismi vermemizin sebebi de takım arkadaşım marbury ve benim Liverpool'a duyduğumuz sevgi. Tüm sporların bir arada bulunacağı, gerek incelemeler gerek güncel haberler ile bezeyeceğimiz bir blog olacak. Sporla dolu günlerde birlikte olmak dileğiyle...