Pages

8 Aralık 2010 Çarşamba

Rijkaard ve Kluivert


Amsterdamsche Football Club Ajax yani bildiğimiz futbolcu üretim merkezi olarak ünlü Ajax kulübünün iki efsanesi bir karede. Patrick Kluivert henüz altyapıda oynamakta ve A takım oyuncularına tüm dünyanın olduğu gibi o da hayran gözlerle bakmaktadır. Dönemin büyük starı Frank Rijkaard ile bir lig maçı öncesi resim çekilmiş ve mutluluktan havaya uçmuştur. Hagi'nin golünde sevinirken objektiflere yakalanan top toplayıcı çocukla aynı yaşlardadır o dönem...

Uykusuz Bırakan Penaltılar


Penaltı atışlarına maçın galibi belirlensin diye geçilse de, kazananı belirlemek her zaman zevkli ve kolay olmuyor. Aslında penaltı atışları oldukça eğlenceli gibi gözüksede sanki büyük bir eşitsizlik var bu durumda. Baggio'nun kaçırdığı penaltı ve Amerika 94, 2010’da hala hafızalarda iken penaltıların cazibesinden uzun yıllar kurtulamayacağız anlaşılan. Benim değinmek istediğim konu ise izlerken oldukça uzun sürüp uykumuzu getiren penaltı atışlarına sahne olan maçlar.

KK Palace vs Civics - (2005 yılı) -Namibya Kupası - 48 penaltı - (17-16)
A.Juniors vs Racing Club - (1988 yılı) - Arjantin Ligi - 44 penaltı - (20-19)
T.Wells vs Littlehampton - (2005 yılı) - FA Cup - 40 penaltı - (16-15)
Obernai vs ASCA Wittelsheim - (1996 yılı) - Fransa Kupası - 40 penaltı - (15-15)
Gençlerbirliği vs Galatasaray - (1996 yılı) - Türkiye Kupası - 34 penaltı - (17-16)
M.Herzliya vs Maccabi P.Tikva - (2006 yılı) - İsrail Kupası - 34 penaltı - (12-13)
Hollanda vs İngiltere - (2007 yılı) - Avrupa Ümitler Şamp. - 32 penaltı - (13-12)


Obernai ve ASCA maçı ise hava fazlasıyla karardığı için penaltı atışlarına devam edilemeden yarım kalmış. Artık Fransa'nın hangi köyünde oynandı maç bilinmez ama medeniyet bu olsa gerek:) Gençlerbirliği ve Galatasaray maçını o yıl radyodan dinlemiş olan ben ise en çok kaleci Hayrettin'e şaşıp kalmıştım. Spiker her seferinde de top ve Hayrettin ayrı köşelerde lafını söylediğinde gözlerim kapalı o maçı düşünürken neden birini bile yakalayamadı diye düşündüm yıllarca. İnsan ortada dursa bile biri çarpardı diye düşündüm uzun süre. Ve hala.

7 Aralık 2010 Salı

Surinamlı Hollandalılar ve Devşirme Futbol

Futbolun evrenselleştiği yılların kapımızı çalmaktan çok öteye geçtiği bu dönemde konuşulan devşirme ulusal takım oyuncusu olgusu artık bazı ülkeler ve ekoller için fazlasıyla doğal bir süreç. Örneğin Almanya'nın futbolda sahip olduğu Polonya ve Türkiye kökenli milli oyuncular yanlarına Afrika kıtasından üyeleri de katınca güney afrikadaki dünya kupasının 23 kişilik kadrsounda 10'dan fazla bir sayıya ulaşmış oldular. Basketbolda ise örneğin avrupa şampiyonluğunu sürpriz şekilde kazanan Rusya'da siyahi bir amerikalı oyun kurucu J.R Holden'ın varlığı ilk başlarda Rusya'da kabul görmekten fazlasıyla uzaktı. Konumuza gelecek olursak hepsini yakından tanıdığımız Surinam doğumlu Hollandalı futbol yıldızlarına birlikte göz atacağız.Bir orta saha olsun ki içinde Rijkaard, Gullit, Seedorf ve Davids istenmesin. Evet dört isim de ilk akla gelen Surinamlılar. Gerek savunma yetileri gerekse son günlerin moda tabiri ile oyunu her iki yönüyle oynayabiliyor olmaları hepsini gelmiş geçmiş en iyi futbolcular arasına çoktan sokmuş durumda. Seedorf halen futbol hayatını sürdürmekte iken Davids'de yeniden futbola dönme kararı ile bizleri fazlasıyla sevindirdi. Ülkemizden geçen ve çoğu kişi tarafından eleştri oklarına maruz kalan Rijkaard ise bence kaybettiğimiz değerler listesine en üst sıralardan giriş yaptı. Los Angeles Galaxy'den ayrıldığından beri iki yıldır Gullit'de ülkesi federasyonu için çalışmaktan başka birşey yapmış değil.
Hücum hattına gelirsek hayali Surinam milli takımında Kluivert, Hasselbaink ve van Hooijdonk'a sahip bir forvet hattı çok can yakacak gibi gözüküyor, hele ki bu orta sahanın desteği ile. Feyenoord sonrası emeklilik devrinde bile Fenerbahçe ile neler yapabileceğini gördüğümüz bir van Hooijdonk, Barcelona döneminden bebek yüzlü Kluivert ve Chelsea'da Zola ile Dessaily'nin taşıdığı takımın gol yükünü çeken Hasselbaink gerçekten de dönemlerinde iz bırakarak futboldan koptular. Savunma hattında ise daha ziyade hücuma yakın olan ve halen faal olan oyuncular geliyor aklıma. Drenthe ve Emanuellson. Melchiot, Reiziger de cabası. Nigel de Jong ve Engeleaar da yukarıdaki efsane orta sahaya yedek olsalar da oldukça kaliteli isimler. Hücum hattı için bir faal oyuncu da Liverpool'da istediği şansı bir türlü bulamayan Ryan Babel. Ten Cate'yi de unutmak olmaz hayali Surinam milli takımında elbette.
Hollanda ve Almanya gibi futbol tarihinde baş köşede yer alan ekollerde durum böyle iken, ülkemizde yaşanan tartışmalar bazen gerçekten de fazlasıyla can sıkıcı olabiliyorlar. Açıkçası çok fazla fayda sağladığına inanıyor olsam da Aurelio, Vederson ve Nobre gibi belli bir yaş üzeri oyunculara karşı soğuk bakmaktayım. Ancak şu aralar herkesin dilinde olan Emenike gibi kültürümüze erken yaşlarda adapte olabilme imkanı bulunan genç ve potansiyelli bir kaç oyuncunun pozitif etki yapacağı aşikar. Tüm bunların yanında dünyanın konuştuğu Mesut Özil gibi gurbetçilerimizi iyi bir şekilde tarayamamış olmamız da kurumsallaşmadaki eksikliklerimizin sebebidir diye düşünüyorum. Oyuncu devşirme için Hollanda-Surinam iş birliğinden yola çıkmış olsak da bizim de dikkaten almamız gereken bir konu bu. Üstelik Almanya gibi kadronun yarısı da değil bize gereken.

3 Aralık 2010 Cuma

Tarihten Kesitler 1: Manchester United-Galatasaray

93' sezonunda şampiyonlar liginde son 8 takıma kalma mücadelesinin ilk maçıdır. Cork City'yi eleyen aslanımız kurada Man. Utd'ın geldiğini görünce telaşlanmıştır doğal olarak. Adamlar o zamanlar İngiltere'nin dolaylı olarak da dünyanın en iyi takımlarından biriydi. Rakip 5 mi atsak 8 mi atsak diye düşünmekteydi. Hatta başkanları 'bu maç formalite biz zaten bu kupayı %90 kazanacağız.' demekteydi. Sonra babayı aldı gerçi kendisi. Neyse maça dönelim.


Kalecimiz Hayrettin Demirbaş'ti önce onu söyleyelim. Nasıl zor koşullarda oynadığımız anlaşılsın yani. Dakikalar 2'yi gösterirken 1-0, 14'ü gösterirken ise 2-0 olmuştu. 'Hay anasını 10'a gider bu maç' sesleri duyulmaya başlanmıştı.

Dakikalar 22'yi gösteriyordu Tgrt'nin sağ üst köşesinde. Ümit Aktan ince sesiyle 'Ariiiiff' diye bir bağırdı baktık 2-1 olmuş. Akabinde Ümit Aktan'dan inciler gelmeye başladı zaten. 'Şımaykıl dünyanın en iyi kalecisi ama bizim Arif de öyle bir vuruyor ki köşedeki örümceği alıyor...Şımaykıl değil bütün maykıllar gelse o golü ordan alamazdı.' Bu söz de efsane oldu zaten daha sonra.

Akabinde manchester savunmasının anlaşmazlığından doğan pozisyonda Kubilay Türkyilmaz boş kaleye giden topa deparlayıp son anda dokunmuş golü de hanesine yazdırmıştır. 2-2 oldu bu golle skor.


İkinci yarı oldu. Nasıl bastırıyor Galatasaray. Arif sol kanattan aldı uzaktan vurdu. Şımaykıl'ın yanından geçti. Direğin içine çapıp geri döndü. Binlerce küfür gelirken bir de baktık ki Kubilay orda duruyor. Ümit Aktan'ın 'gooooool' sesleri arasında 3-2 oldu durum. Aman tanrım Old Trafford'da Manchester United çimlere gömülüyordu.


Derken 82.dakika'da Fransızların hırçın çocuğu Eric Cantona 3-3 yapıyordu skoru.

Maçtan önce '8 atarız 10 atarız tısısı' diye gülen Man. Utd başkanı gelip Alp Yalman'a 'Tebrik ederim.' der. Alp Yalman da bir İngiliz soğukluğuyla 'Asıl ben sizi tebrik ederim bu kadar iyi oynayacağınız tahmin etmemiştim.' diye lafı sokar. Bizim de içimizin yağları erir.

 

Ertesi günkü gazeteler ise Alp Yalman kadar soğukkanlı duramamışlardır.


16 Kasım 2010 Salı

Futbol ve Müzik

Çok ayrı dünyalar gibi gözükse de futbol ve müzik birbirine oldukça paralel kavramlardır. Her kupanın bir şarkısı ve her tribünün kendine ait ritimleri vardır. 1998 Dünya Kupası sonrası "I Will Survive" ile kutlama yapan Fransa'yı ve Tarkan'ın "Ölürüm Yoluna"sını duyunca 2002 ve Güney Kore'yi hatırlamamak elde değil. Ayrıca bir dönem 1998 Dünya Kupası'nın resmi şarkısı Ricky Martin'in "La Copa De La Vida"sı dillerden düşmezken "We are the Champions" da çoktan klasikleşti spor dünyasında. Real Madrid'li eski kaleci Julio Iglesias, futbolda dikiş tutturamayan ve şarkıcılığa geçen Rod Stewart ve Watford'u satın alan Elton John futboldan kendilerini kurtaramazken Zidane'ın meşhur kafasından sonra yazılan Coup de Boule (Kafa At) adlı şarkı Fransa'da uzun süre listelerde bir numara oldu. Futbolla özdeşleşen müzikler denilince Şampiyonlar Ligi marşını unutmak olmaz elbette. "Bu şarkıyı canlı olarak duymak en büyük hayalimdi. Çünkü o zaman Manchester Utd, Milan, Real Madrid gibi büyüklerle sonunda aynı kefede olacağımı biliyordum" diyor Samir Nasri Marsilya günlerinde. Pele, Sokrates, Romario, Robinho ve Ronaldinho şarkıcılığa soyunan Brezilyalılar'dan ilk akla gelenler. Ronaldinho'nun milli takım kamplarında ve otobüste özel davulunu yanından ayırmadığı ve maçta kafasındaki müziğe göre oynuyor olması kendi ifadeleri. Fransız Djibril Cisse ise çoktan "Music and Me" adlı bir albüme sahip. Roger Waters(Pink Floyd) ve Dido'nun fanatik Arsenal taraftarı oldukları ve Ozzy Osbourne'un Aston Villa hayranı olduğu ada basınından aldığımız bilgiler arasında.

Bizdeki durum nedir diye şöyle bir baktığımızda ise 1985-86 şampiyonluğu gecesi TRT ekranında Beşiktaşlı futbolcuların hep bir ağızdan söylediği "Civelek" ve 86-87 de Galatasaray'ın şampiyonluğunun futbolcular tarafından anlatıldığı ve çok tutan albümler unutulmazlar arasında. Ercan Saatçi, Ufuk Yıldırım ve Murat Uzunal'ın "Şifa Niyetine" albümlerinin en çok ses getiren şarkısı "Futbol"du. Şarkının klibinde Fenerbahçeli Oğuz Çetin, Turan Sofuoğlu, Fadıl Vokri, Şenol Ustaömer hep bir ağızdan "Sarı mavi yeşil meşil fark etmez/ Yürüyoruz aynı yolda biz/ Futbolu şiddet sanan taraftarlarla yanlış kararlara lafımız" nakaratını söylemişlerdi. Futbolculuktan şarkıcılığa geçen isimlerin başında hiç kuşkusuz "Fabrika Kızı" adlı şarkıyı bizlere çok sevdiren Alpay(Ankara Demirspor), Ümit Davala(Galatasaray, AC Milan, W.Bremen), Mahmut Tuncer(Şanlıurfaspor), Mustafa Uğur(Gaziantepspor), Yavuz Şimşek & Şükrü Birand(Fenerbahçe)geliyor. Didier Drogba'da "Soyunma odasında müzik dinlemek çok cool bir şey" derken, Serkan Kırıntılı'nın her maç öncesi dinlediği bir Eylem şarkısı olan "Aman" ise gözlere iyi geliyor olsa gerek. Aşağıdaki videoda ise Emre'li Okan'lı döneminde İnter'li futbolcuların seslendirdiği bir şarkıyı dinliyoruz. Javier Zanetti ve Recoba'nın futbol sonrası meslekleri gözünüzde canlanacak gibi bu klip sonrasında.

30 Ekim 2010 Cumartesi

Ali Sami Yen'de Yeniden Hagi

Rijkaard'ın gidişiyle Ali Sami Yen'in çimlerinde olmasa bile yedek kulübesinde yine Hagi'yi gördüğümüz, Ömer Çatkıç'ın hayat amacının zaman geçirmek olduğunu hatırlatan, Galatasaray'ın 2 atıp 1 yediği son dakikalarda yüreklerin ağızlara geldiği bir güzel lig maçı oldu Galatasaray Medical Park Antalyaspor maçı.

Galatasaray parçalı forma ile sahaya çıkarken hastaneden sponsorlu Antalyaspor İbrahim Tatlıses mavisi forması ile arz-ı endam edecekti Sami Yen'in yeşil çimlerinde. Tribünler yavaş yavaş dolarken sahada parlayan bir kel kafanın gözükmesi üzerine 'bu keltoş yine mi burda lan' diyerek Ömer'e veryansın edilmeye başlanacaktı.

Galatasaray, belalısı Antalyaspor karşısına forvette geçen hafta Fenerbahçe'ye karşı çılgın atan Pino, onun arkasında Misimovic ile çıkıyor geriyi de Barış Sarp gibi faydasızlar ile Cana canavarıyla sağlama almaya çalışıyordu. Antalyaspor'da ise Necati-Veysel ikilisi 'nasıl yapsak da yine Galatasaray'a 2'şer 3'er sıkıştırsak' diye düşünmeden edemiyordu.

Maçın başında Galatasaray Pino'nun etkili oyunu ile hızlı başlıyor ilk yarım saate gol bulamasa da 31. dakikada fantazi maskeli Servet kafayı Ömer'in uzanamayacağı köşeye gönderiyor ve  selamı Rijkaard'a gönderiyordu. Bundan 3 dakika sonra ise Sabri'nin nasıl olduysa Yeni Açık'a gitmeyen ortası Antalya'lı defans oyuncusundan sekiyor ve Pino'nun önüne düşüyor, Pino'da Allah'a sığınıp vuruyor ve farkı 2'ye çıkartıyordu.


Devre arasında tribünden 'lan bu Misimovic'le Pino iyi adammış' cümleleri duyulurken, Servet için küfür mü etsek övsek mi diye arada kalanlar övme işini Misimoviç'e küfürü ise Ömer'e ediyorlardı. İkinci yarı başlarken Barış, Sabri abisine 'saçlar nasıl abi, Barış stayla' diyerek gülüyor, Sabri kaptanlığın getirdiği ağırlıkla maçtan sonra çektireceği üçlünün hayalinden maça dönüyordu.

İkinci yarı Antalya biraz daha gelmeye başlıyor bu arada bir de gol bulup son dakikalarda Galatasaray tribünlerini yine sıkıntıya sokacaklarının sinyalini veriyordu. Bu sırada tribünde Arda yanına Kıvanç-Behlül-Tatlıtuğ'u alıyor akıllara gelen Arda çok seks yapıyor düşüncelerini karmakarışık bir boyuta getiriyordu. Kewell ile Baros tribünde birbirlerine tükürerek eğlenirken sahada Emre Çolak'ın cılızlığını gören kahvehane amcaları 'ekmek yedirmemişler bu çocuğa' diyerek babaannelerimize selam çakıyordu. 


Sonuç olarak Galatasaray taraftarı, kışın kendisini İstanbul'da iyiden iyiye hissettirdiği bir cumartesi akşamından mutlu ayrılıyor, Hagi'nin gelişi ile geleceğe umutla bakmayı sürdürüyordu.

25 Ekim 2010 Pazartesi

Futbol Dolu Bir Pazar

İlk olarak dünyanın en büyük derbilerinden biri kabul edilen İskoçya derbisi Glasgow Rangers-Celtic maçı ile başladı gün. 45.dakikada golü atıp ilk yarıyı önce kapatsa da ikinci yarıda savunmasında boşluklar verince 3 gol birden yedi Celtic. Kendi evinde maçtan önce aynı puanda bulunduğu Rangers'a kaybeden Celtic'te işler karışabilir.


Günün ikinci önemli maçı ve belki de bir taraf adına son yılların en büyük hezimetinin yaşandığı PSV Feyenoord maçıydı. Ne oldu nasıl oldu bilmiyorum ama tam 10-0 bitti maç. Feyenoord geçtiğimiz senelerde başarılı işler yaparken ne oldu da bu hallere düştü tam bilemiyorum ancak maçtan sonra takım otobüsünü takip edip tesislere girmek isteyen Feyenoord taraftarı karşılaştıkları hız tabelası ile bir kez daha sarsıldı. (bkz: 10)

Günün bir diğer büyük maçı İngiltere'deydi. Arapların parasıyla yıldızları birer birer getiren ve şampiyonluk için iddialı konuma gelen Manchester City ile Fabregas'ın önderliğinde genç takımı ile başarının peşinden koşan Arsenal'i karşı karşıya getirdi bu maç. Erkenden 10 kişi kalan City daha komple bir takım olan Arsenal karşısında kendi sahasında olmasına rağmen etkisiz bir oyun sergiledi. İlk golde Nasri'nin bireysel çabası varken Fabregas bir penaltı kaçırdı. Alex ve Bendtner maçı 3-0 yapan diğer oyunculardı.


Ve gelelim gecenin maçına. Fenerbahçe Galatasaray derbisi. 0-0 bitmesine rağmen güzel bir futbolun oynandığı, orta alanda mücadeleyi görebildiğimiz, az da olsa gol pozisyonlarına rastladığımız hoş bir maç oldu. Galatasaray 10 yıllık puan alamama serisine haftaiçi gerçekleşen teknik direktör değişimi ile yine sor veremeyecek görünümündeydi. Ancak Hagi'nin gelişi ile bazı futbolcularda oynama hevesi artmış ve sahaya daha karakterli bir oyun koymaya karar vermişler.


Fenerbahçe ise orta sahada rahat top yapamayınca ki bunun en önemli sebebi Cana'nın ısıran oyunu ve Neill'ın Niang'ın peşinden ayrılmaması idi. Pino'nun çizgiden çıkan topu ve Volkan'ın çıkarttığı şutu ile etkili iki pozisyon yakalasa da golü bulamadı. Nispeten daha sessiz sakin geçen maç sonunda Galatasaray ilerleyen haftalar için toparlanma emareleri gösterdi.

21 Ekim 2010 Perşembe

Liverpool Rijkaard Galatasaray Hagi

Olayları kısaca özetlemek istedim. Başlayalım.

Öncelikle Frank Rijkaard gibi bir teknik adam gönderildi Galatasaray'dan. Bunun konuşulacak çok şeyi var. Türkiye'de taraftarların sabır denilen kavramdan haberdar olmadığını çok kez görmüştük önceden. Beşiktaş'ın Del Bosque'ye, Fenerbahçe'nin Löw'e yaptığının aynısını bu kez Galatasaray Rijkaard'a yaptı.


Tamam Galatasaray hiç olmadığı kadar kötü top oynuyor. Evet belki Rijkaard iyi top oynatmıyor takıma ama sebeplerini hiç düşündük mü? Bu adamın elindeki kadro ne ki ne oynatsın. Rijkaard total futbolun yaratıcılarının iki alt nesli. Yani adam hızlı pas, hücum oyunu, topa sahip olma gibi özelliklerle rakibini alt etmeyi istiyor. Peki bunu kimlerle yapacak. Mustafa Sarp? Servet? Ayhan? Aydın? Barış?

Servet diye bir adam var ki onun bu takımda bulunduğu müddetçe hep gözlerimi kısarak acıyarak bakacağım kendisine. Türkü Baba diye bağırlara basılıp, kısıtlı yeteneğine rağmen mücadeleci oyunuyla sevilen bir adamın nasıl olup da teknik direktörünü göndermek için yanından geçen topa dokunmayan bir adama dönüştüğünü anlamak mümkün değil. Kankaları Sarp, Ayhan'ı da örgütleyip Rijkaard'ın başını yediler. Galatasaray için değil kendileri için oynadılar ya da oynamadılar. Öyle ya da böyle amaçlarına ulaştılar ama olayları gören anlayan her akıllı Galatasaray taraftarı kendilerine haddini bildirerek en uzaklara gönderilmelerini sağlayacaklardır.


Sonuç olarak Rijkaard başı yenerek gönderildi. Peki böyle bir teknik adam boş kalır mı? Bence kalmaz. Amerika sahiplerin gidişi ile aydınlık günlerin müjdesini veren Liverpool'da teknik direktör Roy Hodgson hala bir sistem oturtabilmiş değil. Yani Liverpool'un sondan ikinci sırada olmasını başka türlü açıklayamayız herhalde. Her ne kadar Fulham'ı Avrupa Ligi finaline çıkartmış olsa bile Liverpool'la kimyaları tutmadı Hodgson'ın. Bu sebeple Galatasaray'dan gönderilen Rijkaard'ın Liverpool'a gidişini bir yandan sevinirken bir yandan hüzünleniyor gibi karmakarışık bir duygu yoğunluğunda yaşayacağım muhtemelen. Umarım ayağı daha düzgün top yapan oyuncular ve buna imkan veren Premier Lig sahaları ile çok başarılı olur orada Rijkaard. Tabii giderse.


Gelelim Galatasarayın haline. Teknik direktörlüğe Hagi, yardımcılığına ise Tugay Kerimoğlu getirildi az evvel. Bu ikinci Hagi dönemi olacak demektir Galatasaray adına. İlki pek iyi sonuçlanmamıştı hatırlarsınız. Hagi de genelde duygularıyla hareket eden, olayın teknik yönü bakımından biraz daha zayıf kalan bir adam. Galatasaray taraftarının en sevdiği bir kaç futbolcudan biriydi elbette ama bu onun teknik adam olarak başarılı olacak olması anlamına gelmiyor. Yine de yardımcılığına getirilen Tugay'ın hem Türkiye'yi ve Türk insanını tanıyor olması hem de İngiltere'de antrenörlük eğitimi alıp işin o kısmını da öğrenmiş olması Hagi'nin boşluklarını dolduracaktır diye umutla dolduruyor beni. 

Sonuç olarak hem Galatasaray hem Liverpool için iyi günler yakındadır umarım. Yoksa bu sene futbolda yüzümüz gülmeyecek hiçbir yerde.

16 Ekim 2010 Cumartesi

Yılın Kapağı: Nuri Şahin

Köln-Borussia Dortmund maçının 90.dakikası. Lucas Podolski 82'de maçı 1-1'e getiren golü atmış. Son dakikada Podolski Nuri'ye tekme atıyor. Ortalık karışırken ikisi de sarı kart görüyor sonra Podolski geçen haftaki Almanya Türkiye maçını hatırlatmak isteyerek 3-0 işareti yapıp hareket çekiyor. Olaylar da bundan sonra başlıyor.

Bu olaydan 12 saniye sonra top Nuri'nin ayağına geliyor, vuruyor Nuri ve 2-1 kazanıyor Dortmund. Bundan sonra orta sahadaki Podolski'nin yanına kadar deparlıyor ve aşağıdaki hareketi yapıyor Podolski'ye.


Küfür etsen bu kadar koymazdı be Nuri. Kapağın kralı. Olayın tamamını şuradan izleyebilirsiniz.




 

12 Ekim 2010 Salı

Jordan ve Saç Stilleri

Hemen hemen NBA'e adımını attığı andan itibaren tamamen jiletlenmiş kafasıyla saçsız şekilde arz-ı endam eden Majestelerinin gün yüzüne pek çıkmamış saçlı fotoğrafları ile başbaşa bırakıyoruz sizi.


Bonus Jordan


Sarışın Jordan

2 Ekim 2010 Cumartesi

Güzel Bir Kadıköy Akşamı

Bir Galatasaray'lı olarak güzel bir zemin, güzel bir futbol, güzel bir maç izlemeyi özlemişim onu farkettim bu akşam Fenerbahçe'nin Gençlerbirliğini 3-0 yendiği maçta. 

Serin bir İstanbul akşamında yemyeşil bir zeminde Fırat Aydınus'un vazgeçemediği toplu düdüğünü üflemesi ile başladı Fenerbahçe Gençlerbirliği maçı. Geçen sene Galatasaray'ın Avrupa Ligi macerasını bitiren adam Caner sarı saçlarıyla daha uyumlu Fenerbahçe formasını giyince nasıl olduysa orta yapmasını öğrenmiş ve hünerlerini göstermek için sabırsızlanıyordu.


Gençlerbirliği'nin artist hocası Thomas Doll'un talimatıyla henüz 3.saniyede faul yapmaya başlayan Gençlerbirliği fubolcuları hakemin sarı kartını kullanmayı sevmemesi üzerine alışkanlık haline getirdiler. Maçı izlediğim kahvedeki abinin 'kara t.şaklım' diye sevdiği Dia ve Niang'ın iyi oyunları ile topu ileriye taşımaya çalışan Fenerbahçe'de ilk pozisyon Alex'in sağ ayağının burnuyla kaleye yolladığı ancak direkten dönen topu ile gerçekleşti. 

Orta yapmayı öğrenen Caner'in soldan ortasına Hakan Şükür tipi çağdaş kafayı vuran Niang ilk golü filelere yolluyor ardından hiç vakit geçirmeden bir kara tren edasıyla soldan yüklenip iki üç kişinin belini kırdıktan sonra bir golü de Aykut'un kendi kalesine atmasını sağlıyordu. Gerçekten iyi adamdı bu Niang, Galatasaraylıları Selçuk'tan bile daha fazla korkutacak bir adam çıkmıştı sonunda Fenerbahçe'de.


Gençlerbirliğinde eski Galatasaraylı Serkan Çalık her aldığı topla şöyle bir hareketleniyor ama arkadaşlarının ona aldırmamasıyla tek başına kalıp topu kaybediyordu. İlk yarı bu skorla biterken Emre her pozisyonda Ali kıran baş koparan'lık yapmayı sürdürüyor adeta 'sarı kart görmeden rahat uyuyamıyorum abi' diyordu içten içe. 

İkinci devre başlarken açıkçası kimse bu kadar sıkıcı olacağını tahmin etmemişti maçın geri kalanının. Ama öyle olmuştu işte. Ülkenin çeşitli yerlerinde bu maçı İddaa'da üst işaretleyen bünyeler 'abi 25 dakkada 2 gol geldi, 1 tane daha atamazlarsa nah şuraya yazıyorum bırakırım bu iddayı' gibi ertesi gün unutulup '427 ne olur Mahmut abi, 0'dan 1 olur mu?' sorularına yerini bırakacak cümleler sarfediliyordu.




İkinci yarıda 'abi bu Selçuk nasıl Volkan'dan uzun olabiliyor?' sorulu tartışmalarla geçerken maç boyunca sürekli arkadan tekmeler savurmasıyla Fenerbahçeli seyircilerin kulaklarını çınlatmasıyla 'hayırdır' diyen Jedinak kırmızıyı görüp takımını on kişi bırakıyor, Seçluk-Dos Santos ve Dia-Kazım Kazım değişiklikleri ile takıma biraz hareket geliyordu. Bitime 2 dakika kala Gökhan Gönül ne hikmetse sol açıktan kaçıyor ve Dos Santos'a boş kaleye bırakması için pası veriyordu.

Gençlerbirliğinde oyuna giren Hurşut Meriç topla ilk buluştuğunda şık bir çalım atmak isterken topa basıp düşüyor önümdeki 7 yaşındaki veletin 'hurşut turşu oldu hehehe' diye dalga geçmesine maruz kalıyordu. Sonuç olarak güzel bir maç oluyor Fenerbahçe 3 puanı bir klasiği yerine getirerek 3 golle alıyor taraftarının Kadıköy'den mutlu ayrılmasını sağlıyordu.

1 Ekim 2010 Cuma

Galatasaray Madeni: Karabük Altın Buldu

Çok kötü bir hakem yönetiminde oynanmış, Galatasaray'ın zerre top oynamadığı Karabük'ün ise en azından galibiyeti hakedecek kadar iyi oynadığı ve bunun karşılığını aldığı bir maç oldu Karabük-Galatasaray maçı.

Henüz 42. saniyede fotoğrafta da görüldüğü üzere topa yapılmış bir müdaheleyi penaltı olarak nitelendiren ve Galatasaray'ın maça 1-0 yenik başlamasının tek sebebi olan Aytekin Durmaz denilen hakem bozuntusu yüzünden moral kaybetti Galatasaray.


Floren Cernat'ın gole çevirdiği penaltı ile ne olduğunu anlamadan 1-0 geriye düştü Galatasaray. Bu arada hazır söz açılmışken Cernat''tan bahsetmek istiyorum. Kim bulmuş nasıl getirmiş bilmiyorum ama gerçekten çok etkili bir futbolcu. Büyük umutlarla getirilen Misimovic biraz izlediyse kendisini bir oyun kurucunun neler yapması gerektiğini görmüştür. 

11.dakikada ise yine hakem Aytekin Durmaz soru işaretli bir pozisyonda faul düdüğünü çalarak Karabükspor'un ikinci golüne zemin hazırladı. Bu dakikadan sonra zaten çabuk dağılmış olan Galatasaray hücumda Arda ve Baroş'suzluğun büyük etkisiyle varlık gösterememeye başladı. Çok kötü zeminin de etkisiyle doğru düzgün 3 pas yapamayan Galatasaray'da henüz 25.dakikada Cana Aydın değişikliği gerçekleşti. Aydın'ın girişi ile sol kanada biraz hareket gelse de ne Pino ne de Misimovic'in bir gram bile varlık gösterememesi ile gol yolları tamamen tıkanıyordu.



Emeneke diye bir futbolcu var Karabük'te. Geçen sezonun Bank Asya Ligi'ni domine etmiş bir futbolcu. Ne kadar kuvvetli, yıkılmaz, iyi dripling yapan ve etkili bir oyuncu olduğunu artık Galatasaray taraftarı da biliyor. Önce Gökhan Zan'ı sonra da Ali Turan'ı pek çok pozisyonda zor durumda bıraktı. Gol atamadı belki ama savunmayı oldukça zorladı bu gece. 

Galatasaray'da ise iyi oynayan var mıydı sorusuna cevap aramak için sahaya baktığımda isim bulmakta zorlanıyorum açıkçası. Kewell ezildi, Misimovic etkisizdi, Pino umursamaz ve faydasız, Aydın biraz kıpırdandı ama kopuk uçurtmadan öteye gidemiyor. Orta sahaya bakıyorum ne Ayhan ve ne Barış Galatasaray 11'ine yakışan isimler değil.



Karabük iyi top yaptı, boş adamları buldu, gerektiğinde risk alıp paslar vererek pozisyon buldu. Galatasaray ise ileri gidemediği topları ya yana ya geriye atarak risk bile almadı ve mağlubiyeti hakeden bir oyun ortaya koydu. Evet hakem maçı ilk 10 dakikada katletti ancak Galatasaray o kadar kötüydü ki bizie'aferin' dedirtecek kadar bile bir mücadele etmedi. 

Polonyalı Bir Taraftar

Fotoğrafı paylaşma sebebimiz sıradan bir tribün manzarasının altında yatan farklılık aslında. Legia Varşova tribünlerinden, fanatik bir taraftar portresi olarak gözüken bu an için isim dikkatli bakıldığında oldukça tanıdık. O isim Polonya milli takım kalecisi Arthur Boruc'tan başkası değil...

26 Eylül 2010 Pazar

Quaresma vs Martı

İnönü'de martı avı ya da kartal gibi avını yakaladı benzeri bir başlık atmak hiç içimize sinmese de bu anları sizlerle paylaşmak istedik. 25 Eylül tarihli Beşiktaş - Antalyaspor karşılaşması ilk yarısı açısından özellikle fazla sıkıcı olsa da böyle sempatik sahneler biraz olsun düzelen zeminde bizlere hoş dakikalar yaşattı.

25 Eylül 2010 Cumartesi

Örümcek'ten La Liga'ya Merhaba

25 Eylül 2010... Bir Türk oyuncu La Liga'da attığı golle tarihe geçti. Mehmet Topal, Valencia forması altında attığı ilk golüyle hepimizi gururlandırdı. Devamını diliyoruz. Sakatlıklardan uzak bir hayatın beraberinde.

24 Eylül 2010 Cuma

Bir CM Efsanesi: 'Joaquín' Sánchez Rodriguez

Joaquín Sánchez Rodriguez. Herkesin bildiği adıya 'Joaquín'...



1981 doğumlu İspanyol Joaquin ilk olarak Real Betis'te parlamış o dönemde Championship Manager oyuncularının yakinen bildiği Denilson, Assuncao, İkpeba, Alfonso ve Tote'li kadrosuyla Real Betis ile birlikte oyunda bile olsa kalbimizi fethetmişti. Yeşil-beyazlı formanın 17 numaralı sağ açığıydı. Güçlü, kuvvetli, hızlı, çok iyi orta açabilen o dönem kanat oyuncusu deyince akla gelebilen isimlerden biriydi Joaquin.


O dönemde Real Betis, henüz 'Aurelio'lu Betis' olarak anılmadığı için maçları ancak Real Madrid, Barcelona gibi devlerle olacağı zaman televizyonda izlenebiliyordu. Biz de 'Quim'i Figo'nun sağından atıp solundan geçerken ya da Zinedine Zidane'ın bacak arasından topla geçip sağ kanattan akmaya devam ederken görebiliyorduk. Bazen de dünyada sol bek denince akla gelen ilk isim Roberto Carlos'u yerlerde süründürebiliyordu. Etkileyici bir hızlanma ve güç kontrolü vardı.


Real Betis'te inanılmaz bir süreklilik sağlayan Joaquin 6 sezon boyunca hiç bir sezon 34'ün altında maç oynamamış. Bu dikkat çekici performansı sonucu olarak da Valencia'nın dikkatini çekmiş ve 25 milyon Euro'ya İspanya'nın üçüncü büyük şehrine transfer olmuştur. David Villa ve David Silva gibi takımın asıl adamlarının arkasında yeteneğiyle takımda kolayca kendisine yer bulsa da hiç bir zaman o kendisinden beklenen patlamayı yapamadı İspanyol sağ açık.


David Villa ve Silva'nın takımdan ayrılması ile takımdaki en önemli futbolcu rolüne bürünen Joaquin 7 numaralı formayı sırtına geçirerek 3.kaptanlığa yükseldi. Valencia'nın bu seneki başarılı sezon açılışında önemli rol üstelenen İspanyol, milli takımı ile de 51 maça çıkıp 4 gol atmış. Kulüp takımlarında ise 370 maçta 49 gol 71 asist istatistiği yakalamış Quim. 2005 yılında evlenen futbolcunun bu evlilikten Daniela ve Salma isminde 2 kızı bulunuyor.

22 Eylül 2010 Çarşamba

4-3-3 ve Chelsea

Community Shield ile sezon açıldığında ve üstüne 3-1 ManU yenilgisi geldiğinde çok şaşırmıştım. Zira bu sezon uzun senelerden beri dünyanın en iyi futbol liginin Chelsea'nın tekelinde geçeceğini düşünüyordum. C.Ronaldo'yu kaybettiği ya da kasası dolarken kazandığı paralar açısından baktığımız M.United beklenen yenilenmeyi malesef ki yapamadı henüz. Eskiler takımdan ayrılmamışken yeniler sürekli onların gölgesinde kaldılar. Ferguson istediği rol paylaşımlarını bir türlü yapamadı. Gerek Anderson gerekse Nani gibi çok şey beklenen isim hali hazırda yerinde saymaktalar.

Blogumuzun teması olan ve sempatizanı olduğum Liverpool ise dünyanın en büyük kamburu Benitez'den henüz kurtulmuşken sezona yapılan kötü başlangıç yine umutsuz günler doğuruyor taraftarlarına. Arsenal de Liverpool gibi sempati duyduğum diğer bir ekip ve bu sezon Chelsea'nin en büyük rakibi onlar olacaktır. Fabregas söylemleri de dinmişken huzuru bulan bir ekipte başarı kaçınılmaz olur. Tek dezavantaj sıkışmış anlarda, kilit maçlarda ipi göğüsleyecek agresiflik ve liderlik kimde var halen bu büyük bir soru işareti. Man.City bu kadar şişirilmiş kadro ile şampiyonlar ligini muhakkak ki zorlayacaktır ancak ilk iki sıra için onlara şans tanımak fazla iyimserlik olur. Premier Lig tarihinin en çok gol yiyen takımı Tottenham ve kabus bir başlangıç yapan Everton da her zaman olduğu gibi ilk sekizde yer alacaklardır.
Başlığımızdaki takım olan ve Ancelotti ile oturmuş bir düzene sahip Chelsea'ye gelirsek, geçtiğimiz seneye nazaran kendilerinden daha da eminler artık. Ray Wilkins-Bruno Demichelis-Paul Clement. Adı çoğu kimse tarafından bilinmeyen bu isimler aslında Ancelotti'nin büyük yükünü üzerinden alan asistan antrenörler. Görünmeyen kahramanlar bir nevi. Chelsea gibi takımlar için gereken antrenör profili aslında tamamen Ancelotti'yi tanımlıyor diyebiliriz. Zira gerek oyuncuların maddi manevi donanımları gerekse yönetimsel kişilerdeki seviye bu tarz antrenörlerle uyum sağlayabilir. Futbolculuk kariyeri, insan ilişkileri, ağır bir tavır ve en önemlisi oyuncular tarafından duyulacak olan saygı kavramı.

Chelsea'de kaleye göz attığımızda Nihat'tan yediği golden beri eski seviyesine bir türlü dönememiş olsa da, Sparta Prag sezonundan beri hayran olduğum bir isim var. Petr Cech. Middlesbrough'dan kadroya katılan Ross Turnbull ve aslında ikinci adam olan portekizli Henrique Hilario da kadrodaki diğer eldivenler. Branislav İvanovic ve Jose Bosingwa defansın sağında oldukça güçlü iki isim ancak sol taraftaki Ashley Cole henüz dünyada alternatifsiz bir isim, bilgisayar oyunlarında dahi. Orijini sağ bek olsa da Paulo Ferreira her iki bek için de güçlü bir alternatif. Yeni transfer Ramires sağda, Zhirkov ise solda hem defans hem de orta sahada aşağı yukarı her amaca hizmet edebilecek görev adamları pozisyonundalar. Patrick Van Aanholt ve Jeffrey Bruma'nın alternatif olmaktan şimdilik uzak oldukları defansın ortasında ise Alex ve bir efsane olan Terry dışında, Carvalho'nun kaybından beri üst düzey bir alternatifin eksikliği hissediliyor.
Orta sahaya geldiğimizde belki de benim futbol anlayışım için en iyi orta saha tanımına uyan bir isim var kadroda. Beklenildiği gibi Lampard değil bu isim. Michael Essien. Defansif yönü biraz daha ağır basıyor olsa da modern futbolun gerektirdiği herşeyi yapabileek düzeyde yegane isim bana kalırsa Essien. Obi Mikel ve Lampard'la birlikte sürekli işleyen bir orta saha göze çarpıyor. Joshua McEachran ismi üzerine bir işaret koyarak geçiyorum ve önümüzdeki yıllarda orta sahada dikkat çekecek bir isim olacağı inancındayım. Yossi Benayoun'un gelmesi oldukça olumlu bir hamle olsa da Joe Cole'un kaybedilişi bazı görüşlere göre iyi bazılarına göre de çok kötü oldu Chelsea adına.
Malouda-Drogba-Anelka. 4-3-3 taktiğinde ileri üçlüde yer aldığında ideal onbir için Lampard-Essien-Obi Mikel orta saha üçlüsü kadar göz kamaştırıcılar. Fabio Borini,Gael Kakuta ve Daniel Sturrigge gibi umut vaad eden isimlerin en büyük avantajı Didier Drogba gibi bir oyuncunun ardından geliyor olmalarıdır. Salomon Kalou'nun varlığı da üst düzey bir alternatif oluşturuyor forvet hattında. Kaybedilen birçok oyuncudan sonra aslında alternatif eksikliği defansın ortası dışında pek de göze çarpmıyor Chelsea'de. Rakamsal dizilişlere çok aldırış etmiyor olsam da 4-3-3 için biçilmiş kaftan tek bir üst düzey takım var o da maviler.Yazının başından beri Roman Abramovich adının bir kez bile geçmemiş olmasının tek sebebi de Chelsea'de gerek sportif gerekse kurumsal olarak işlerin fazlasıyla yolunda gidiyor olmasıdır. Man.City de bu bakış açısıyla işe başladığından beri sadece harcanan paralarla konuşulmaya devam ediyor. Ligde oynanan beş karşılaşmada attıkları 21 gol ve yenilen 1 gol de sezon başı formun yüksekliğinden mi yoksa La Liga'daki Barça-Real Madrid benzeri alttakilerden uzaklaşma ile mi alakalı zamanla göreceğiz. Şampiyonlar Ligi'nde Zilina karşısında deplasmanda alınan 4-1'lik galibiyette beklenen bir sonuçtu. Sezon sonunda uzak ara şampiyonluğa aday bir takım var karşımızda. Şampiyonlar Ligi'nde neler yapacaklar göreceğiz.