Pages

26 Eylül 2010 Pazar

Quaresma vs Martı

İnönü'de martı avı ya da kartal gibi avını yakaladı benzeri bir başlık atmak hiç içimize sinmese de bu anları sizlerle paylaşmak istedik. 25 Eylül tarihli Beşiktaş - Antalyaspor karşılaşması ilk yarısı açısından özellikle fazla sıkıcı olsa da böyle sempatik sahneler biraz olsun düzelen zeminde bizlere hoş dakikalar yaşattı.

25 Eylül 2010 Cumartesi

Örümcek'ten La Liga'ya Merhaba

25 Eylül 2010... Bir Türk oyuncu La Liga'da attığı golle tarihe geçti. Mehmet Topal, Valencia forması altında attığı ilk golüyle hepimizi gururlandırdı. Devamını diliyoruz. Sakatlıklardan uzak bir hayatın beraberinde.

24 Eylül 2010 Cuma

Bir CM Efsanesi: 'Joaquín' Sánchez Rodriguez

Joaquín Sánchez Rodriguez. Herkesin bildiği adıya 'Joaquín'...



1981 doğumlu İspanyol Joaquin ilk olarak Real Betis'te parlamış o dönemde Championship Manager oyuncularının yakinen bildiği Denilson, Assuncao, İkpeba, Alfonso ve Tote'li kadrosuyla Real Betis ile birlikte oyunda bile olsa kalbimizi fethetmişti. Yeşil-beyazlı formanın 17 numaralı sağ açığıydı. Güçlü, kuvvetli, hızlı, çok iyi orta açabilen o dönem kanat oyuncusu deyince akla gelebilen isimlerden biriydi Joaquin.


O dönemde Real Betis, henüz 'Aurelio'lu Betis' olarak anılmadığı için maçları ancak Real Madrid, Barcelona gibi devlerle olacağı zaman televizyonda izlenebiliyordu. Biz de 'Quim'i Figo'nun sağından atıp solundan geçerken ya da Zinedine Zidane'ın bacak arasından topla geçip sağ kanattan akmaya devam ederken görebiliyorduk. Bazen de dünyada sol bek denince akla gelen ilk isim Roberto Carlos'u yerlerde süründürebiliyordu. Etkileyici bir hızlanma ve güç kontrolü vardı.


Real Betis'te inanılmaz bir süreklilik sağlayan Joaquin 6 sezon boyunca hiç bir sezon 34'ün altında maç oynamamış. Bu dikkat çekici performansı sonucu olarak da Valencia'nın dikkatini çekmiş ve 25 milyon Euro'ya İspanya'nın üçüncü büyük şehrine transfer olmuştur. David Villa ve David Silva gibi takımın asıl adamlarının arkasında yeteneğiyle takımda kolayca kendisine yer bulsa da hiç bir zaman o kendisinden beklenen patlamayı yapamadı İspanyol sağ açık.


David Villa ve Silva'nın takımdan ayrılması ile takımdaki en önemli futbolcu rolüne bürünen Joaquin 7 numaralı formayı sırtına geçirerek 3.kaptanlığa yükseldi. Valencia'nın bu seneki başarılı sezon açılışında önemli rol üstelenen İspanyol, milli takımı ile de 51 maça çıkıp 4 gol atmış. Kulüp takımlarında ise 370 maçta 49 gol 71 asist istatistiği yakalamış Quim. 2005 yılında evlenen futbolcunun bu evlilikten Daniela ve Salma isminde 2 kızı bulunuyor.

22 Eylül 2010 Çarşamba

4-3-3 ve Chelsea

Community Shield ile sezon açıldığında ve üstüne 3-1 ManU yenilgisi geldiğinde çok şaşırmıştım. Zira bu sezon uzun senelerden beri dünyanın en iyi futbol liginin Chelsea'nın tekelinde geçeceğini düşünüyordum. C.Ronaldo'yu kaybettiği ya da kasası dolarken kazandığı paralar açısından baktığımız M.United beklenen yenilenmeyi malesef ki yapamadı henüz. Eskiler takımdan ayrılmamışken yeniler sürekli onların gölgesinde kaldılar. Ferguson istediği rol paylaşımlarını bir türlü yapamadı. Gerek Anderson gerekse Nani gibi çok şey beklenen isim hali hazırda yerinde saymaktalar.

Blogumuzun teması olan ve sempatizanı olduğum Liverpool ise dünyanın en büyük kamburu Benitez'den henüz kurtulmuşken sezona yapılan kötü başlangıç yine umutsuz günler doğuruyor taraftarlarına. Arsenal de Liverpool gibi sempati duyduğum diğer bir ekip ve bu sezon Chelsea'nin en büyük rakibi onlar olacaktır. Fabregas söylemleri de dinmişken huzuru bulan bir ekipte başarı kaçınılmaz olur. Tek dezavantaj sıkışmış anlarda, kilit maçlarda ipi göğüsleyecek agresiflik ve liderlik kimde var halen bu büyük bir soru işareti. Man.City bu kadar şişirilmiş kadro ile şampiyonlar ligini muhakkak ki zorlayacaktır ancak ilk iki sıra için onlara şans tanımak fazla iyimserlik olur. Premier Lig tarihinin en çok gol yiyen takımı Tottenham ve kabus bir başlangıç yapan Everton da her zaman olduğu gibi ilk sekizde yer alacaklardır.
Başlığımızdaki takım olan ve Ancelotti ile oturmuş bir düzene sahip Chelsea'ye gelirsek, geçtiğimiz seneye nazaran kendilerinden daha da eminler artık. Ray Wilkins-Bruno Demichelis-Paul Clement. Adı çoğu kimse tarafından bilinmeyen bu isimler aslında Ancelotti'nin büyük yükünü üzerinden alan asistan antrenörler. Görünmeyen kahramanlar bir nevi. Chelsea gibi takımlar için gereken antrenör profili aslında tamamen Ancelotti'yi tanımlıyor diyebiliriz. Zira gerek oyuncuların maddi manevi donanımları gerekse yönetimsel kişilerdeki seviye bu tarz antrenörlerle uyum sağlayabilir. Futbolculuk kariyeri, insan ilişkileri, ağır bir tavır ve en önemlisi oyuncular tarafından duyulacak olan saygı kavramı.

Chelsea'de kaleye göz attığımızda Nihat'tan yediği golden beri eski seviyesine bir türlü dönememiş olsa da, Sparta Prag sezonundan beri hayran olduğum bir isim var. Petr Cech. Middlesbrough'dan kadroya katılan Ross Turnbull ve aslında ikinci adam olan portekizli Henrique Hilario da kadrodaki diğer eldivenler. Branislav İvanovic ve Jose Bosingwa defansın sağında oldukça güçlü iki isim ancak sol taraftaki Ashley Cole henüz dünyada alternatifsiz bir isim, bilgisayar oyunlarında dahi. Orijini sağ bek olsa da Paulo Ferreira her iki bek için de güçlü bir alternatif. Yeni transfer Ramires sağda, Zhirkov ise solda hem defans hem de orta sahada aşağı yukarı her amaca hizmet edebilecek görev adamları pozisyonundalar. Patrick Van Aanholt ve Jeffrey Bruma'nın alternatif olmaktan şimdilik uzak oldukları defansın ortasında ise Alex ve bir efsane olan Terry dışında, Carvalho'nun kaybından beri üst düzey bir alternatifin eksikliği hissediliyor.
Orta sahaya geldiğimizde belki de benim futbol anlayışım için en iyi orta saha tanımına uyan bir isim var kadroda. Beklenildiği gibi Lampard değil bu isim. Michael Essien. Defansif yönü biraz daha ağır basıyor olsa da modern futbolun gerektirdiği herşeyi yapabileek düzeyde yegane isim bana kalırsa Essien. Obi Mikel ve Lampard'la birlikte sürekli işleyen bir orta saha göze çarpıyor. Joshua McEachran ismi üzerine bir işaret koyarak geçiyorum ve önümüzdeki yıllarda orta sahada dikkat çekecek bir isim olacağı inancındayım. Yossi Benayoun'un gelmesi oldukça olumlu bir hamle olsa da Joe Cole'un kaybedilişi bazı görüşlere göre iyi bazılarına göre de çok kötü oldu Chelsea adına.
Malouda-Drogba-Anelka. 4-3-3 taktiğinde ileri üçlüde yer aldığında ideal onbir için Lampard-Essien-Obi Mikel orta saha üçlüsü kadar göz kamaştırıcılar. Fabio Borini,Gael Kakuta ve Daniel Sturrigge gibi umut vaad eden isimlerin en büyük avantajı Didier Drogba gibi bir oyuncunun ardından geliyor olmalarıdır. Salomon Kalou'nun varlığı da üst düzey bir alternatif oluşturuyor forvet hattında. Kaybedilen birçok oyuncudan sonra aslında alternatif eksikliği defansın ortası dışında pek de göze çarpmıyor Chelsea'de. Rakamsal dizilişlere çok aldırış etmiyor olsam da 4-3-3 için biçilmiş kaftan tek bir üst düzey takım var o da maviler.Yazının başından beri Roman Abramovich adının bir kez bile geçmemiş olmasının tek sebebi de Chelsea'de gerek sportif gerekse kurumsal olarak işlerin fazlasıyla yolunda gidiyor olmasıdır. Man.City de bu bakış açısıyla işe başladığından beri sadece harcanan paralarla konuşulmaya devam ediyor. Ligde oynanan beş karşılaşmada attıkları 21 gol ve yenilen 1 gol de sezon başı formun yüksekliğinden mi yoksa La Liga'daki Barça-Real Madrid benzeri alttakilerden uzaklaşma ile mi alakalı zamanla göreceğiz. Şampiyonlar Ligi'nde Zilina karşısında deplasmanda alınan 4-1'lik galibiyette beklenen bir sonuçtu. Sezon sonunda uzak ara şampiyonluğa aday bir takım var karşımızda. Şampiyonlar Ligi'nde neler yapacaklar göreceğiz.

20 Eylül 2010 Pazartesi

Real Madrid ve Mourinho Dönemi

Mourinho'nun takımın başına geleceği söylendiği günden beri gerek İnter'den ayrılış süreci gerekse tatil döneminde daha basında bir numaraydı Madrid ekibi yeniden, hem de Barcelona'ya rağmen. Mourinho görevi kabul ederken en güvendiği yer İnter'den de alışkın olduğu şekilde kaleydi. J.Cesar ve ardından Casillas. Defanstaki zaafiyeti geçtiğimiz sezon çok konuşulmuş olan bir takıma gelirken, Ziya Doğan-Ayman iş birliğini hatırlatırcasına R.Carvalho ile sözleşme imzalanıyor ve meşhur İspanyol milli takımının sağ beki Ramos da sevdiği bölgeye kayıyordu. Marcelo-Pepe-Carvalho-Ramos. Casillas'ın önünde oynayan bu dörtlüye yedek olarak da Garay, R.Albiol ve Arbeloa elde varken defans için Madrid'de alternatif eksikliği direk olarak göze çarpıyor. Defansın önünde oynayan ikili olarak yeni transfer Khedira ve İspanyol milli takımının değişilmezi Xabi Alonso'yu görüyoruz. Bu bölgenin alternatifleri ise oldukça fazla. Gerek her iki Diarra, gerekse Gago ve Granero.Kaka'nın sakatlığının büyük ölçüde etkilediği forvet arkası üç oyuncu içerisinde şimdilik Mesut Özil ve Ronaldo değişilmezler olurken, üçüncü isim için hemen hemen her maç değişen bir forma numarası sahaya çıkıyor. Di Maria, Pedro Leon ve Canales. Forvet hattına bakarken aslında bir ayrım yapmak güç çünkü iki ön liberonun önündeki 4 hücum oyuncusu için bir pozisyon belirtmek güç oyun içerisinde. Rijkaard'ın yapmak istediği, Guardiola'nın en iyi kumaşla en iyi ürünü elde ettiği bir diziliş bu aslında. Geriye kalan diğer iki hücum alternatifi ise Higuain ve Benzema.
Mourinho, Aitor Karanka'yı yardımcısı olarak seçerken ne düşündü tahmin etmek zor değil ancak faydası olur mu zamanla göreceğiz. La Liga'nın ilk üç haftasında 7 puan toplayan, 3 gol atıp 2 de gol yiyen bir Madrid var şimdilik ve iç sahada Carvalho'nun golüyle kazanılan Osasuna maçı sonrası ıslıklanan bir Mourinho. Protestolara verdiği cevap ise oldukça akıl dolu. Para vererek buraya gelen seyircinin yuhalamaya, tepki göstermeye hakkı var onlar futbol izlemek istiyorlar diyor Portekizli hoca. Ben kulaklarımı tıkar işime bakarım diye de ekliyor.
Son Real Sociedad karşılaşmasında gözüme sıkça çarpan birşey vardı. Kaka'nın sakatlığı, Raul, Guti ve Van der Vaart'ın gönderildiği bir takımda diri bir Sociedad karşısında şaşıran baskı yiyen telaş yapan bir izlenim vardı. Sociedad'ın galibiyeti hak ettiği bile söylenebilir. Az önce saydığım isimlerin takıma en büyük etkisi zor anlarda liderlik yapabilmeleri, psikolojik savaşta öne çıkabilmeleriydi. Mourinho ve Madrid oyuncularına basın ve taraftardan sabır ne kadar olur bilmiyorum ancak bu takım bu hocayla çok başarılı olacak izlenimi veriyor herşeye rağmen bana. Ancak bu sezonu feda etmeleri gerekebilir. Çünkü B takımının bile Barça ile şampiyonluğa oynayacağı bir dönemde ve ligde Real Madrid, aynı durum tabi ki Barça için de geçerli. Demek istediğim Barça'nın ardında kalırlarsa onlara gösterilen tahammül ne olur bilmiyoruz.

Kısacası bunca uluslararası oyuncu ve C.Ronaldo liderliğinde tecrübesiz bir Real Madrid var sahada uzun yıllardan sonra. Ronaldo için görüşler malesef ki ortada olmadı ve olmayacak hiçbir zaman. Onu sevenler ve sevmeyenler şeklinde. Onun liderliğinde ise takım oyununu teşvik eden hiçbir yan yok. Taraftarlarının tek güvencesi ise Mourinho. İlk defa söylenebilecek bir söz yıllardan beri Madrid için ama ciddi bir süreye ihtiyaçları var. Ligi domine etmeleri hatta şampiyon olmaları bile içten bile değil çünkü iki aday var şampiyonluk için böyle büyük bir ligde yıllardır. Ama sabredilirse efsane Barça gibi keyif veren futbola çok yakınlar. Barça'dan tek eksikleri ise Messi.

18 Eylül 2010 Cumartesi

Tarlada Futbol: Bucaspor-Galatasaray

Güzel bir Eylül akşamında Buca'nın tarladan bozma stadı İzmir Atatürk Stadı'nda oynanmış ya da oynanmaya çalışmış Ayhan'ın hasbelkader vuruşu sonucu olan golle Galatasaray'ın 1-0 kazandığı maçtı Bucaspor-Galatasaray maçı.

Şimdi bu maç için futbol konuşmak isterdim, takımın durumunda bahsetmek isterdim, yeni transferlerin takıma uyumundan bahsetmek isterdim ama hepsini önemsiz kılacak o kadar önemi bir şey vardır ki: zemin.

Galatasaray ayağa top yapan, fiziksel güçten ziyade teknik kapasitesiyle fark yaratabilen bir takım. Savunmayı arkasına alan bir futbolcu kendisine gelen topun yaklaşık olarak ayağının nereye geleceğini tahmin ediyordur Galatasaray'da. Ancak o kadar kötü bir saha vardı ki, topların yarısından fazlası futbolcuların ayağına gelmedi. Galatasaray'da ilerideki futbolcular bu sebeple oldukça etkisizdiler. Baros araya yaptığı koşular dışında top alamayınca varlık gösteremedi. Almanya'nın nizami çimlerinde futbol oynamaya alışmış Misimovic'in adını 2 3 kez duyduk duymadık. Kanatlardaki Pino ve Kewell top alamadıkları için doğal olarak bir şeyler yapamadılar.

Ayhan ve Mustafa Sarp en az ileridekiler kadar kötüydüler. Özellikle Ayhan gerçekten saçmalamaktan öteye gidemiyordu. Bucasor Bülent Uygun'un klasik oyun anlayışını sahaya yansıtıp vurarak sindirme taktiğiyle çıkmışlardı maça. Uygun'un askerleri de bu görevi layığıyla yerine getiriyorlardı. Özellikle İbrahim Dağaşan ve Ragıp genelde arkadan vurarak Galatasaray'lı futbolcuların futbol oynamalarını engellediler.


İkinci yarıda Galatasaray biraz daha top yapmaya başladı. Herkesin 0-0 bitmesini beklediği maçta Ayhan Akman çıkıp yaradana sığınıp bir vuruş yaparak direkten içeri göndererek 1-0 öne geçirdi Galatasaray'ı. Aydın yine kurtarıcı olarak oyuna girdi, onun yanında Cana son dakikalarda skoru korumak amacıyla oyundaydı.

Son dakikalarda Galatasaray'ın korner bayrağına gidip top saklaması izlediğim kahvede yadırgansa da bu zeminde gayet mantıklı geldi bana. Sonuç olarak Galatasaray bu kadar kötü bir sahada 3 puan alarak düzlüğe çıktı. Ayhan'da çok kötü oynadığı bir maçta golü atarak kendisini kurtardı.

16 Eylül 2010 Perşembe

İnönü'de Bir İrlandalı: Cillian Sheridan

İtiraf etmeliyim ki geniş bir futbolcu ağı üzerinde bilgi sahibi olsam da bu ismi ilk defa duydum Beşiktaş - CSKA Sofya karşılaşmasında. 2008 yılında bir şampiyonlar ligi maçında Old Trafford'da duymuştum belki (ManU-Celtic) adını kırmızılara gol atarken ama unutulmuş demek ki. İrlanda'nın 20 bini bulmayan nüfusa sahip Cavan isimli kentinde doğan Sheridan futbol dünyasında adından söz ettirmeye başladığında henüz 17 yaşında ve Celtics forması altındaydı.
Kiralık olarak iki İskoç ve bir de İngiliz alt lig takımı gezen İrlandalı bu sezon 21 yaşında iken Bulgaristan yolunu tutarak CSKA Sofya'ya transfer oldu ve Türk seyircisinin de önüne çıktı. 1.96'lık boyu ve defansı yıpratan oyun tarzı ile CSKA'da fazlasıyla göze battı. 3 defa da İrlanda milli takımına seçilen Cillian Sheridan takip edilmeye değer ve gelecek vaad eden bir oyuncu olarak izlenim verdi. Takımlarımıza duyurulur.

Pro Evolution Soccer 2011: Efsane Yeniden

Merhaba sevgili okurlar. Blogumuzun iki yazarı ben ve Marbury birer PES hastasıyız. E oyunun demosu çıkmışken de hemen indirip bir inceleme yazısı yazmak istedim. Buyrun izlenimlere geçelim.


İlk olarak bu sene bir ilk gerçekleştirilmiş ve oyunu Türkçe olarak oynayabiliyoruz. Başta garip geliyor ama alışacağız muhtemelen. Klasik olarak demoda kısıtlı düzeyde oynayabiliyoruz. Barcelona ve Bayern Münih'in yanısıra Guadalaraja ve İnternacional ile de oynayabiliyoruz. 10 dakikalık maç dışında oynanabilir bir kısım yok. Bunlar klasik demo özellikleri geçelim PES 2011'in özelliklerine.


Öncelikle ben bir PES fanatiğiyimdir. Yani çıkan her oyun benim gözümde daha iyi bir seviyeye gelmiştir. O yüzden oyunun olumlu yanları biraz daha göz önünde olabilir yani objektif olamazsam kusura bakmayın :)

*Tepki süresi çok hızlandırılmış, yapmak istediğiniz hareketi hemen yapabiliyorsunuz. Oyunun gerçekliği yine üst düzeyde.

*'360 derece pas olayı çok hoş olmuş. Atacağınız pasın yönünü ve şiddetini kendiniz belirliyorsunuz. Bu sayede kısa paslarla hücuma çıkmak çok kolay olmuş. Tabii bilgisayara karşı bu işin daha kolay olduğunu söylememe gerek yok. Aynı özelliğin dezavantajı ise öncesinde alıştığımız kalıp pasları burada bulamayınca çok sayıda isabetsiz pas atabiliyorsunuz.

*Oyuncu karşılaştırma altıgenleri geri dönmüş klasik severlere müjde. Bunun yanısıra 100 üzerinden rating'ler yine var. İkili mücadeleler çok iyi gerçekçi olmuş. Güçlü oyuncu omuz koyup topu alabiliyor. Şutları daha isabetli olabiliyor.

*Pes'in genel özellikleri yine var 2011'de. Kamera açısı kötü, sesler kötü. Kamera açısı geçen oyundan farklı gibi geldi bana. Oyuncuları buna göre hareket ettirmek şu an için zor. Ama alışınca düzelir bence. Tribün sesleri ise gerçekten çok uzak.


*Taktik ekranı ilk aşamada gözüme çok karışık geldi. Belki full mode'u oynadıktan sonra alışılıp kolaylık sağlayabilir ancak ilk durumda fazlasıyla zorladı beni.

*Şutlar biraz dengesiz gibi geldi. Belki bu da paslar gibi oynamayla alışılabilecek bir durum ancak çektiğim çoğu şutun dağa taşa gitmesi beni biraz korkuttu.

*Ve gelelim son olarak özel harekete. Sağ anolog ile Pes'in söylediğine göre 1000 farklı hareket atayabiliyormuşuz. İnternette videoları bulunabilen bu atama işlemi teorikte güzel gibi gözükse de canavar rakiplere karşı (marbury) yapılabilirliği zor gibi geldi bana. Yine de oyunu estetik açıdan ileri götürdüğü için benim kalbimi çaldı bu özel hareket mevzuu.

Sonuç olarak yine yeni bir oyun olduğu için hoşuma giden bir oyun olmuş PES 2011. Bir yıl boyunca delicesine oynayacağız. Eline sağlık Konami.

8 Eylül 2010 Çarşamba

Türkiye 2010: 2.Tur Sonuçları Çeyrek Final Beklentileri

Çeyrek final eşleşmelerine bir bakış atmak istedim. Tahminler beklentiler.

İspanya-Sırbistan


Kendisiyle eşleşmemek için Rusya'ya bilerek yenilen Yunanistan'ı tecrübesi ve Navarro'nun iyi oyunuyla geçen İspanya ile son dakikaları inanılmaz çekişmeli ve heyecanlı geçen bir maç sonucunda bir sayı farkla Hırvatistan'ı yenen Sırbistan'ın mücadelesi olacak.

Ekole sahip iki ekibin mücadelesinde bol mücadele ve iyi hücum varyasyonları göreceğimize inanıyorum. Pota altında Krstic tecrübesi ile kardeş Gasol'a üstünlük sağlayacak olsa da kısaları Navarro ve Rubio ile bu maçta İspanya'yı daha şanslı görüyorum.

TÜRKİYE-Slovenya


Tony Parker'sız güçsüz kalmış Fransa'yı Sinan Güler'in ekstra performansı ve seyircisnin itici gücü ile sürklase eden Türkiye ile Bogut'suz hücum silahlarının büyük çoğunluğunu kaybetmiş Avustralya'yı üstün bir oyunla yenen Slovenya'nın mücadelesi olacak.

Şu ana kadar oynadığı 6 maçı da kazanan Türkiye ev sahibi olmanın avantajını sonuna kadar kullanıyor turnuvada. Hücumda Hido, Ersan, Ömer Aşık gibi potansiyelli oyunuclarına savunmada Ömer Onan, Sinan Güler gibi kilit oyunucuların kombinesi ile iyi bir ekip oldu Türkiye. Slovenya ise iyi şut sokan kısaları (özellikle Jaka Lakovic ve Dragic) ile pota altında Brezec ve Nachbar gibi etkili iki uzunu ile Türkiye'ye her zaman ters gelmiş bir takımdır. Ancak bu kez seyircinin de desteğiyle Türkiye'nin yarı finale kalacağını düşünüyorum.

ABD-Rusya



Angola karşısında çok kolay bir galibiyet elde eden ABD ile Yeni Zelanda'yı nispeten kolay geçen Rusya'yı karşı karşıya getirecek mücadele.

ABD ile ilgili yorumlar hep kısa oluyor farkındayım ancak onlar da bu kadar güçlü olmasalarmış :) Tahminim Rusya'yı kolay geçecekleri yönünde. Aksi olursa ise çok büyük süpriz olur.

Litvanya-Arjantin


İlk yarısında çok zorlandıkları Çin maçının ikinci yarısında tecrübesi ile kazanayı bilen Litvanya ile inanılmaz güzel ve çekişmeli geçen bir maç sonunda Scola'nın efsanevi oyunu ile Brezilya'yı eleyen Arjantin'in kapışması.

Brezilya'ya karşı çok yüksek yüzdeli şutların atıldığı bir maçta daha fazla sayı atmayı bilen Scola'nın 39 dakika sahada kalıp 35 sayı atması ile çeyrek finale gelen Arjantin bu turda da Litvanya'ya karşı oturmuş kadrosunun getirdiği tecrübe ile kazanır diye düşünmekteyim. Güçsüz Çin'e karşı bile rahat bir maç oynayamayan ve eski gücünden yoksun Litvanya için ise turnuvanın buraya kadar olduğunu tahmin ediyorum.

Ulusal Takımımız ve Grup A

Ulusal takımımızın da bulunduğu A Grubu'nda bu akşamki maçlar sonrası gidişat da belli olmuş durumda. Türkiye ile oynayacağı maçlar dışında hepsini kazanacağını beklediğim bir Almanya ve son Belçika maçında da izlediğimiz gibi olumlu ve olumsuz her iki yönde de her an herşeyi yapabilecek bir Türkiye karşı karşıya gelecekler. Azerbaycan-Kazakistan grupta son iki sıra için, Avusturya-Belçika ortadaki iki sıra için ve Türkiye ile Almanya da ilk iki sıra için yarışacaklar. Milli takımımız fazlasıyla soru işaretleri ile dolu durumda. Gerek kadroya alınmayan oyuncular gerekse alınanların formsuz oluşları. Bu tartışmalar ve kulüp takımlarımızın elemelerde de ortaya koydukları yetersiz oyunlar eşliğinde ikide iki yaparak başlamanın oldukça güzel olduğu düşüncesindeyim.Saha içine gelirsek ilk maçta Astana Arena'da tehlikeli sinyaller veren ancak buna rağmen gol yemeden kazanan bir milli takım izlemiştik. Maç hakkında herkesin akıllarında muhtemelen Hamit Altıntop'un golü kalmıştı ve Belçika maçı öncesi umut ışığı Hamit'in formuydu. Brüksel'de Belçika'yı tek golle geçen Almanya adına ise sahada iki Bayern'li vardı. Golü hediye eden Van Buyten ve golü atan Klose. Aynı Van Buyten Saraçoğlu çimlerinde kendini olumlu yönde gösterirken kalemize iki gol bırakıyordu hem de kafayla. O malum zaafımız yan toplar sonucu kazanmamıza rağmen skor tabelası 3-2 yi gösteriyordu. Kazanılmış maçlar sonrasında da konuşmak gerekir ki yediğimiz iki golde de kalecimiz Onur'un büyük hatası mevcut. Maçın kaybedilmemiş oluşu onun toparlanması için güzel bir netice fakat Volkan Demirel'i kesecek duruma henüz erişmediğini gösterdi. Aynı dakikalarda da Almanlar evlerinde konuk ettikleri Azerilere pek iyi ev sahipliği yapmıyor ve 6-1'lik sonuçla onları uğurluyorlardı. Büyük merakla beklenen maç sıradaki Almanya-Türkiye karşılaşması olacak. Unutmadan eklemek isterim ki iki maç üst üste kazandığımızı hatırlamayalı yıllar olmuştu bu çarşamba-pazar klişesindeki grup maçlarında.
Bireysel olarak değerlendirmek istediğim bazı oyuncular var iki maç sonucunda. Kişisel fikrimce Aurelio'nun artık milli takım düzeyinde yeri kalmadığı kanaatindeyim, yaptığı tüm müdahaleler faulle ve fobimiz olan duran topla sonuçlandı. Çünkü kadroya bile davet edilmeyen Mehmet Topal, Ceyhun Gülselam ve Necip Uysal gibi genç oyuncular mevcut elimizde. Tuncay'ın da Kazak maçında saç bandını düzeltmekten oyun oynamadığını herkes farketmiştir muhtemelen, Belçika maçında da Semih oyuna girdikten sonraki on dk. dışında Tuncay'ın varlığının bir katkısı olmadı takımımıza. Herkesin ağzında olan bir isim de Volkan Şen. Kazım'ın takıma davet edildiği bir ortamda Volkan'ın adının geçmemesi üzücü bir durum. Ligde hakemlere itiraz eden agresif haliyle bazen bana da antipatik gelse de mevcut durumda Hamit'in ortaya gelmesi ile sağ kanatta yer alması gerekirdi hem de ilk onbirde. Gökhan Gönül ve Sabri'nin zorlukla oynatıldığı bir dönemde kimsenin aklına gelmeyen Serkan Balcı ve yapabileceği katkılar içinse (!) koyuyorum.
Uzun sözün kısası ikide iki yaparak Almanya'ya gidecek olmak büyük bir moral ve özgüven olacaktır. Hamit ve Arda'nın taşıdığı, Ömer Erdoğan'ın her işinin olumlu olduğu, Onur-Aurelio-Tuncay üçlüsünün bu iki maç içinde zarar verdiği bir milli takım izledik. Başında Guus Hiddink olan bir takım oluşturulduysa hedef Almanya'nın ardından ikincilik olmamalı. Onlarla baş edebilmek ve gençleşmeyi geciktirmemek dileğiyle yolun açık olsun milli takım.

7 Eylül 2010 Salı

Bir Savunma Efsanesi: Fabio Cannavaro

13 eylül 1973 de Napoli de başlayan bir hayat. Fabio Mamerto CANNAVARO. Maradona'nın bir zamanlar efsaneleştirdiği o açık mavi Napoli forması 19 yaşında bir defans oyuncusuna merhaba demişti 1992 yılında. 1.75 lik boyu bir çok otorite için alay konusu olmuştu ve bu çocuk mu İtalya defansında oynayacak deniliyordu onu savunan kişilere karşı. Fabio'nun herkese söyleyecek bir sözü vardı ve bu söz için çok beklemeye de gerek kalmayacaktı. Üç sezon Napoli'de kalan ve oynadığı 62 maçla şüpheleri ortadan kaldıran Cannavaro büyük bir sansasyon ile Parma ya transfer oluyordu. 2002 ye kadar 7 yıl kaldığı Parma'da kendisi ile birlikte ünlenen nice isimler vardı. Thuram, Buffon, Crespo parlayan yıldızlarken ; Sensini, Fuser, Chiesa gibi isimler de takımda tecrübesi ile öne çıkıyordu. Fakat herkesin farkında olduğu bir şey vardı Parma forması ile 212 maça çıkmış olan Cannavaro, yükselişe geçen parmalat serüveninde kilit oyuncuydu.
Ekonomik sorunlarla boğuşan kulübün elinden Fabio'yu kapan diğer bir İtalyan devi İnter olacak ve oynadığı iki yıl boyunca çıktığı 50 maçta Cuper in yanlış tercihlerini toparlarcasına büyük fedakarlıklar gösterecekti. İnter'deki kulüp içi sıkıntılar ve karmaşa Cannavaro, Thuram ve Buffon'u tekrar bir araya getirecekti. Yıl 2004 ve kulüp Juventus'tu. Cannavaro için CM de bile word class centre-back denilmeye başlanmıştı artık. Yıl 2006 yı gösterdiğinde 3 yıl sürecek bir Real Madrid macerası yaşayacak ve kulüpten iz bırakarak tekrar Juventus için ayrılacaktı. Günümüzde ise onu izlemekte zorlandığımız bir ligde görmek tuhaf aslında. Yeni kulübü Al-Ahli Dubai.
136 defa İtalya milli takımı formasını giymiş ve sadece Franz Beckenbauer ve Matthias Sammer'in defans oyuncusu olarak almış olduğu Ballon d'Or'u kazanan üçüncü defans oyuncusu olmuştur. Kazandığı şampiyonluklar, dünya kupası ve diğer tüm başarılar ise oldukça uzun bir liste oluşturuyor. İyi ki tanımışız böyle yürekli bir oyuncuyu. Türk olsa bu kadar sevilirdi herhalde!

Batman & Robin

Büyük ikili. Michael Jordan & Scottie Pippen

6 Eylül 2010 Pazartesi

Dünya Basketbol Şampiyonası: D Grubu

Son olarak da D Grubunu inceleyeceğiz.

Grup maçlarından 5'te 5 ile çıkan 3. takım ise Litvanya oldu bu grupta. Geçen Dünya Şampiyonu İspanya bu turnuvada Pau Gasol'un yokluğu ve ilk maçlarda Navarro'nun eksikliği ile zor anlar yaşadı. Bu sebeple iki maç kaybettiler. Litvanya ise ekolünün gerektirdiklerini yapıp özellikle Linas Kleiza'nın etkili oyunu ile 5 maçı da kazanmayı bilerek gruptan lider çıktılar.


Son şampiyon İspanya ise garip sebeplerle belki tam konsantre olamadıklarından belki kadro eksikliklerinden dolayı 2 maçlarını kaybettiler. Gerçi muhtemelen ilk turdan çıkacaklarını bildiklerinden dolayı bir rehavete de kapılmış olabilirler. İlerleyen turlarda Navarro'nun da ısınması ile ilerleyeceklerini düşünüyorum.

Grubun üçüncüsü Yeni Zelanda Haka danslarından daha fazlasını yapabileceklerini gösterdiler. Fransa'yı son maçta yenerek Türkiye ile eşleşmekten de kurtulan ekip Cameron önderliğinde iyi bir oyun ortaya koyarak 3 maç kazandılar.

Fransa ise Tony Parker'siz hücumda çok kısıtlı kaldıklarından dolayı 3 maç kazanabildiler ve gruptan sonuncu çıktılar. NBA'e geldiğinden beri 16 kilo alan Boris Diaw dışında pek hücum varyasyonu kalmamış. Bu kadar kısır olan bir Fransa'nın eski takımlarını çok özlediğini tahmin ediyorum.

Lübnan ve Kanada ise averaj takımı olmaktan kurtulamadılar.

Dünya Basketbol Şampiyonası: C Grubu

Türkiye'mizin de bulunduğu C grubu ile grup maçlarına devam ediyoruz.

Grubun liderlik için çekişen iki ekibi Türkiye ie Yunanistan arasındaki maç turnuva öncesi lideri belirleyecek maç olarak bekleniyordu. Kısmen öyle de oldu. Yunanistan'ı yenen Milli Takımımız grubu 5'te 5 ile tamamlayarak lider bitirdi. Grubun son maçında Yunanistan ile Rusya karşılaştı ve kazanan olağanüstü bir durum dışında önce İspanya sonra da ABD ile eşleşme yoluna giriyordu. Ancak Yunanistan son maçta basketbolun gerektiklerini yerine getirmeyip hücum ve savunma yapmadan Rusya'ya kaybettiler. Fakat basketbolun adalet melekleri görevlerini yapıp Fransa'nın Yeni Zelanda'ya yenilmesi ile İspanya'yı onları karşısına getirdi. Çok sevindik tabii bu duruma çünkü erkek gibi oynayan Rusya nispeten kolay bir rakip olan Yeni Zelanda ile eşleşti.


Önüne çıkan tüm rakipleri yenen Türkiye her maç ortaya çıkan bir kahramanı ile maçları kolayca kazanmayı bildi hep. Yunanistan'a karşı Ersan, Porto Riko'ya karşı ise Kerem Gönlüm'ün etkili oyunları, Hido'nun kaptanlığının getirdiği ağırbaşlı ve etkili oyunu, Ömer Onan'ın rakibin en etkili silahını bir kelepçe edası ile kilitlemesi Türkiye'nin maçlarını kazanması için yetti de arttı bile. Oyuna giren her oyuncu takıma bir şeyler katınca da bu güzel atmosferle birlikte Türkiye rahat bir şekilde lider çıktı gruptan. Ersan İlyasova 15 sayı 8 ribaund ortalamaları ile liderliği götürürken, Ömer Aşık pota altında ona 10 sayı 7.7 ribaund ile ona eşlik etti.


Rusya AK47 (Andrei Kirilenko)'nun olmamasına rağmen iyi bir takım oyunu ile grubu ikinci bitirmeyi başardı. Tek mağlubiyetlerini bizden alan Rusya'da Kaun, Mozgov ve Monya sayı yükünü çekerken, 2.turda erkek gibi oynamanın meyvesini alarak Yeni Zelanda ile eşleşerek çeyrek final şansını arttırdı.

Yunanistan son maç yaptıkları profesyonellik dışı hareket neticesinde grubu istedikleri yerde yani 3. bitirdiler. Diamantidis'in o eski örümcekliğinden eser kalmaması, Schortsanitis'in pota altındaki aşırı yavaşlığı gibi etmenlerle eski gücünde olmadığını gösteren Yunanistan şampiyonluktan gerçekten çok uzak.

Gruptançıkan son takım Çin ise Yao Ming'siz olmasına karşın Jian Yian Li'nin etkili oyunu ile son Türkiye maçını oynamadan gruptan çıkmayı başardı. Porto Riko ise bol dövmeli ve 'Bad Boys2 tipi oyuncuları ile bizi oldukça zorlamasına rağmen grubu 5. bitirdi. Fildişi Sahilleri ise basketbolda, futboldaki kadar iyi olmadıklarını gösterdiler. Sadece atletiklik ile basketbol oynanmıyor.

5 Eylül 2010 Pazar

Dünya Basketbol Şampiyonası: B Grubu

B Grubu


NBA'in yıldızlarından yoksun genç tecrübesiz ama ne olursa olsun inanılmaz atletik Birleşik Amerika, 5'te 5 yaparak grubu lider bitirmeyi bildi. Kevin Durant'ın önderliğinde hızlı ve atletik oyunları ile önüne geleni deviren Amerika, sadece Brezilya maçında 2 sayı farkla kazanırken zorlandı. İlk tur Amerika için tam olarak kendilerini gösterme yeri olmasa da ilerleyen turlarda iyi savunma yapan ekipler karşısında zorlanabileceklerini öngörüyorum.


İkinci olan Slovenya bir basketbol ekolü. Tek mağlubiyetlerini ABD'ye aldılar ve geride kalan 4 maçını kazandılar. Özellikle Lakovic ve Brezec'in etkili oyunları ile ilerleyen turlarda da şansları olduğunu düşünüyorum.

Brezilya ilk turda ABD'yi zorlayabilen tek takım olarak hafızalarda yer etse de Slovenya'ya da yenilerek grubu 3. tamamladılar. Varejao, Barbosa, Splitter ve Machado gibi etkili isimleri ile 2.turda Arjantin ile futboldaki ezeli rekabetin bir benzerini çıkarmaya çalışacaklar. Ama Arjantin'in daha tecrübeli kadrosu karşısında şanslarının çok olduğunu düşünmüyorum.


Gruptan son çıkan takım Hırvatistan ise eski haline oranla biraz daha güç kaybetmiş gibiler. Sonraki turlarda şansları olacağını düşünmüoyorum

İran ve Tunus ise averaj takımı olmaktan kurtulamadılar ve grubun sonuna demir attılar.

Dünya Basketbol Şampiyonası: A Grubu

Türkiye'de düzenlenen Dünya Basketbol Şampiyonası'nda grup maçları bitti. Hatta ikinci tur maçlarının ilk gününü de geride bıraktır ama grup maçlarına göz atmak istedik. A grubu ile karşınızdayız.

A Grubu


Grup lideri Sırbistan tek mağlubiyetini genç Almanya'ya yenilerek alırken geride kalan 4 maçını kazanmayı bildi. Arjantin maçında çok zorlanan Sırp'lar, Ürdün Angola gibi güçsüz ekipler karşısında 50 60 sayılık farklı galibiyetler alarak sonraki turlar için rakiplere göz dağı verdiler. Nenad Krstic Yunanistan ile çıkan kavgada aldığı 3 maçlık ceza dolayısıyla son 2 maça yetişti ve 16 sayı 9 ribaund ile takımın en etkili ismi oldu.

Grubun ikincisi Arjantin 2002'de şampiyon olan altın jenerasyonunu son kez parkede bir arada tutacağının bilincindeydi muhtemelen. Tek mağlubiyetlerini lider Sırbistan'dan alsalar da geri kalan maçlarda rakiplerine bariz üstünlük sağlayarak sonraki turlarda maçlara ne kadar asılacaklarını gösterdiler bir nevi. Luis Scola 29 sayı ortalaması ile turnuva lideri olurken bunun yanına 8.2 ribaund alarak takımda lider konumunda gözüküyordu.

A grubunda 3. olan Avustralya ise grubun 1. ve 2.cisine yenilmenin dışında başka mağlubiyet almadı. Takımın yıldızı Andrew Bogut'un sakatlığı sebebiyle pota altında güç kaybetmiş olsalar da David Andersen'in iyi oyunu ile bir üst tura çıkmayı başardılar.


Gruptan çıkan son takım olan Angola ise atletik oyuncuları ile gruptan çıkmak için rakibi olan Almanya'yı ve Ürdün'ü yenerek 4. oldu. Muhtemelen bundan sonraki turda ABD karşısında tuza buz olacaklardır.

Basketbolda geçtiğimiz 10 yılda iyi işler yapan Almanya ise Nowitzki başta olmak üzere önemli oyunuclarını takımdan çıkartarak 21 yaş ortalamalı geleceğin takımını kurdular. Bu sebepten tecrübesiz ekip grup lideri Sırbistan'ı süpriz bir şekilde yenmesine rağmen Angola'ya yenilerek 5. olarak turnuvaya veda ettiler.

Grubun sonuncusu Ürdün ise tüm maçlarını kaybederek sonuncu oldu.

2 Eylül 2010 Perşembe

İki Farklı Türkiye: Yunanistan ve Porto Riko


Dün gece Yunanistan karşısındaki Türkiye ile bu gece Porto Riko karşısındaki arasında dağlar kadar fark vardı. Dün kah karşıdaki takımın liderlik için en önemli rakip olması kah ebedi komşu ezeli düşman Yunanistan'a karşı doğuştan gelen rekabet ve mücadele gücü sebebiyle çok iyi bir oyun çıkartan Milli Takım vardı parkede. Bugün ise dünkü maçı kazanmanın verdiği rehavetle bir kimliği ve ekolü olan Porto Riko karşısında eli ayağına dolaşan mücadele etmeyen ama tüm bunlar rağmen kazanmayı bilen bir milli takım vardı.

Dünkü maçta milli takımda Ersan İlyasova'nın hücumdaki inanılmaz performansı, ki bu sebepten kendisine 'Ersan Ilyasova Looks Like Hannibal Lecter plays like Larry Bird' (Ersan İlyasova görünüş olarak Hannibal Lecter'a oyun olarak Larry Bird'e benziyor) dendi, Yunanistan karşısında takımı sürekli ayakta ve önde tuttu. Hidayet tam bir lider gibi egolarından kurtulmuş şekilde oynayarak doğru pasları ve şutları seçti. Mr. 4.Quarter lakabını neden hakettiğini son çeyrekteki çok etkili oyunuyla bir kez daha gösterdi. Ömer'ler içeride ve dışarıda etkili savunmaları ile, özellikle Ömer Onan Spanoulis'i resmen kilitledi, Yunanistan'ın 65 sayıda kalmasını sağladılar. Serbest atışlardaki başarılı yüzde ise yıllardır var olan sorunumuzun biraz da olsa çözülmeye başladığını gösteriyordu.


Bu akşama döndüğümüzde ise bambaşka bir milli takım görüyorduk parkede. Bunun sebepleri çok fazla olabilir. Yorgunluk, rehavet, oyuncularımızın şutlarının girmemesi. Ama sahada mücadele eden adamları göremeyince insan ister istemez üzülüyor. Çünkü bizim Milli Takımımızın en karakteristik özelliği 40 dakika boyunca sahada olan mücadelesi, savunması ve kendini parçalama özelliği. Ömer Onan'ın olağanüstü hücum performansı olmasaydı bugün Porto Riko'ya direnmemiz imkansız olacaktı.

Serbest atışlardaki kronik sorunlarımız bu maç tekrardan hortladı ve bize neredeyse grup liderliğini kaybettirecek ve doğal olarak da şampiyonadaki geleceğimizi etkiliyecekti. Neyse ki her gün biri çıkıp takımı ayakta tutmayı başarıyor Milli Takımda. Dün Ersan'ın üstlendiği bu görevi bugün takımı 3.çeyrekte ayakta tutan Kerem Gönlüm üzerine aldı ve başarıyla gerçekleştirdi. 3.çeyrekte enerjisi ile takımın geri dönüşünü sağlayan Kerem bu sürede seyircinin de ayaklanmasını sağladı. Maç sonunda ise Hido yine iyi işler yaparken, Ersan 42 saniye kala fark 6 sayı sayıyken çok yanlış bir şut tercihiyle maçı zor soktu. Önceki gece bir ülkenin en önemli başarılarından birine imza atarken bu kadar aktif rol oynayıp gerçekten çok iyi işler yapan bir oyuncunun ertesi gün bu kadar hatalı bir seçim yapması gerçekten kabul edilebilir bir davranış değildi. Umarım birisi kendisini uyarmıştır.

Sonuç olarak grup liderliğini garantiledik ve finale kadar ABD, İspanya, Yunanistan gibi takımlarda eşleşmeyeceğiz. Diğer tarafta Brezilya'nın Slovenya'ya yenilmesi ile onlarla da eşleşme ihitmalimiz oldukça zayıfladı. Bu kadar iyi bir hava yakalamışken taraftar desteğiyle daha da ileriye gideceğimizi düşünüyorum ve bu hususta 12 Dev Adam'a bol şans diliyorum.